sarsıcı bir yeryüzü.
odamdayım. pembeye teğet geçmiş çok sütlü lila renkli duvarlara bakıyorum. ailemi düşünüyorum. kedimi, annemi, dedemi... sevdiklerimi... onların kaybolması düşüncesi ne garip bir çaresizlik yaratıyor aklımda ve ne ağır bir acı hislerimde. 99 depremi geliyor aklıma ve sadece haberlerde gördüklerim... evleri yıkılan insanlar, ailesini kaybedenler... "zor" demek yetmiyor. bu duvarlar, bir sarsıntı sonucu üzerime yıkılsa... lila renkli bir ölüm. pamuk şekeri tadında bir veda vadetmiyor hayat bana. ölmek nasıl bir şey ? çiçek çocuk, kırmızı bisikletiyle veda ettiğinden beri bana, inanmaya olan ihtiyacım arttı ölümden sonraki hayatın gökyüzünde devam ettiğine. bu yüzden geceleri nefesim kesildiğinde yıldızlara, gün içinde bulutlara, gün batımında güneşe bakma ihtiyacı duyuyorum. çok daha sonra... mülkiyete neden bu kadar bağlandığımı ve dört duvarsız neden bu kadar huzursuz hissettiğimi sorguluyorum insanlık tarihini düşünüp. evrene ihtiyaç duyuyorum, yaş...