red suitcase
Sabah altı buçuk sularında, koynumda kedimin hırıltılı sıcaklığına veda ederek yataktan kalktım.
Havanın karanlık oluşu korkuttu beni. Bu soğuk ve karanlık havada, sırtımda çantamla nasıl gidecektim İstanbul'a?! Evden çıktığımda aklıma geldi, ilkokulda yine bu saatlerde uyanıp, güneş yeni doğarken okula gidiyordum ben. Üstelik, doğan güneşin güzelliğini görmek için, tepeyi daha hızlı çıkıyordum ve zirvede arkamı dönüp doğanın o eşsiz renk cümbüşünü hafif bir tebessümle izleyip, sabahın keskin havasını içime çekiyordum. 10 yaşında bir çocuktum. şimdi karanlıktan korkuyorum.
geçen hafta kendimi nasıl bursa'ya attığımı anlatmak istemiyorum. kendimi cezalandırmak için herhalde, kendi ağırlığım yetmiyormuş gibi büyük kırmızı valizimi de doldurup taşıdım yağmurlu ve kalabalık istanbul trafiğinde.
hatırlıyorum, lisenin son senesinde annem almış getirmiş, "üniversiteyi kazanınca bu valizle gidip gelir benim kızım" diye parlayan gözlerle yüzüme bakmıştı. onun içinde taşıdığı umut, bana da tesir etmişti.
Ama benden daha çok annem kullandı o valizi. hatta ben geçen seneye kadar hiç kullanmadım. her boşanma kararında, istanbuldan bursaya taşıyıp durdu zavallıyı. Benim için de kısmet, bu seneyeymiş. Zavallı valizi yağmurlu, sopsoğuk havada, vapurlarda otobüslerde gezdirdim.
Türlü talihsizliklerden sonra bursaya ulaştığımızda, kırmızı valizi bir daha kullanmama kararı aldım. aslında valiz taşımak istemiyorum artık desem daha doğru. sırt çantamın içine bir gezgin gibi birkaç parça eşya atıp özgürce gitmek istiyorum, herhangi bir yere.
gün içinde farklı hisleri yaşıyorum. hangi birinden bahsetsem, ne olacak bilmiyorum. göçebe gibiyim. vatanından sürgün edilmiş suçlu padişahlar gibi. ne zaman umutsuzluğa düşsem, geçecek bu günler diyorum. kasım...kasımdan sonra aralık... sonra ocak...
biri geçenlerde bi mesaj atmıştı.
sana söz yine baharlar gelecek,
sana söz ışık sönmeyecek.
verilen sözler ya unutuldu ya da becerilemedi.
Havanın karanlık oluşu korkuttu beni. Bu soğuk ve karanlık havada, sırtımda çantamla nasıl gidecektim İstanbul'a?! Evden çıktığımda aklıma geldi, ilkokulda yine bu saatlerde uyanıp, güneş yeni doğarken okula gidiyordum ben. Üstelik, doğan güneşin güzelliğini görmek için, tepeyi daha hızlı çıkıyordum ve zirvede arkamı dönüp doğanın o eşsiz renk cümbüşünü hafif bir tebessümle izleyip, sabahın keskin havasını içime çekiyordum. 10 yaşında bir çocuktum. şimdi karanlıktan korkuyorum.
geçen hafta kendimi nasıl bursa'ya attığımı anlatmak istemiyorum. kendimi cezalandırmak için herhalde, kendi ağırlığım yetmiyormuş gibi büyük kırmızı valizimi de doldurup taşıdım yağmurlu ve kalabalık istanbul trafiğinde.
hatırlıyorum, lisenin son senesinde annem almış getirmiş, "üniversiteyi kazanınca bu valizle gidip gelir benim kızım" diye parlayan gözlerle yüzüme bakmıştı. onun içinde taşıdığı umut, bana da tesir etmişti.
Ama benden daha çok annem kullandı o valizi. hatta ben geçen seneye kadar hiç kullanmadım. her boşanma kararında, istanbuldan bursaya taşıyıp durdu zavallıyı. Benim için de kısmet, bu seneyeymiş. Zavallı valizi yağmurlu, sopsoğuk havada, vapurlarda otobüslerde gezdirdim.
Türlü talihsizliklerden sonra bursaya ulaştığımızda, kırmızı valizi bir daha kullanmama kararı aldım. aslında valiz taşımak istemiyorum artık desem daha doğru. sırt çantamın içine bir gezgin gibi birkaç parça eşya atıp özgürce gitmek istiyorum, herhangi bir yere.
gün içinde farklı hisleri yaşıyorum. hangi birinden bahsetsem, ne olacak bilmiyorum. göçebe gibiyim. vatanından sürgün edilmiş suçlu padişahlar gibi. ne zaman umutsuzluğa düşsem, geçecek bu günler diyorum. kasım...kasımdan sonra aralık... sonra ocak...
biri geçenlerde bi mesaj atmıştı.
sana söz yine baharlar gelecek,
sana söz ışık sönmeyecek.
verilen sözler ya unutuldu ya da becerilemedi.
Yorumlar
Yorum Gönder