Kayıtlar

Ekim, 2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

gün sonu.

sen dedim, sen nerelisin. sen kimsin ya. neticede 38.9637°n 35.2433°e içine peydahlanmış bir döngüde, milyarlar adım atıyor.  koşturmaca halinde diğer insanlara benzemeye çalışıyor. yani bu noktada, biricikliğini yüceltmek değil amacı. keşke bir gıdım benzese. şu kadarcık. bir kelebeğin kanadı kadar benzeseydi ve ömrü de bir kelebeğinki kadar sonsuz olsaydı. zor işte. bir cümle kurduktan sonra aklından ve kalbinden kaynar suların yol alması. mesela grande adam çok konuşuyor, ne diyeceğimi bilemiyorum. bu bilinmezlik de beni rahatsız ediyor. çok konuşunca yoruluyorum. gözler de kaçıyor. hayli duyarlı kişilik diye bi şey var. beyaz çikolatalı brownie yanmış biraz diyorum.  iyi bir dinleyici olduğumu sanıyorum. muhabbet içinde, silinen fotoğraflardan yakınıldı bugün. hem de bissürü like almış fotoğraflar. ilişkiler bitince silinen fotilere anlam veremiyorum. yani ilişki bitiyor ama fotoğrafların silinip silinmemesi çok önemli değil bence. kalsın napayım ya da silinip uzay boşluğu...

tartılan cümleler.

merhaba. geceleri stavroz çıkarıp coştuğumuz kutlu anların hatrına, 2022 yaz sonunu beklemiyorum. beklemek, kendi içinde coşkulu bir devinim aslında. beklemek derken, birikim yapıyorum. kendime, zihnime, bedenime, ruhuma. akışa da bırakıyorum. 2022 yaz sonunu göreceğim ne malum. bunun da farkındayım. birileri yaptığı paçanga böreğinin kızgın yağından bahsediyor ve sana da yaparım diyor. “senin hayatını değiştiririm.” böyle misyoner pozisyonlara alışkınım. bazıları çok kolay misyon yüklenebiliyor. bunu utanmadan ve sağlama yapmadan, temellendirilmemiş bir hevesle yapıyor ve bu aşırı heyecanlarına beni de dahil ediyor. ben içimden diyorum ki “sakin olalım.” çünkü düştüğünde karşılaşacağın zeminin ne kadar sert olduğunu kırılan kemiklerimden biliyorum. ha dersen ki “ben ciddiye almıyorum. sen kimsin ki bana hisli dinamiklerin fiziği dersini veriyorsun.” bu ok. bunu da anlayışla karşılarım. peki ya sen kimsin okuyucu.  uçan balonları patlatmada üzerime yok. elimin tersiyle, şangırt diy...

underground kan sıcak akacak.

bakınız bende okunma kaygısı yok. dünyevi kaygılarımı kişisel olarak beynimin kıvrımlarında başka şeylerle mesai koşuyorum.  40 yaş üstü adamlarda efemdim, 20’lerinde sefgilim olsun adamlarında, entelektüel olarak efemdim belli bir zümrede takılan adamlarda ortadoğu kadınlarına dair görüşler mevcut. ben onları ciddiye almamakla beraber, arkaik yapılanmada haklılık paylarını da ellerine veriyorum. içlerinden biri de bu öz eleştiriyi yapıyor. bu güzel. bizde böyle. yiğidi öldürmeyiz, biz kimseyi öldürmeyiz, hakkını veririz. doğru tabii. konu dağılıyordu ve ben de ne diyeceğimi unutuyordum. “m12 eksikliği.”  kış gelince biliyorsunuz eskiden avdır, avcılıktır zorlaşırdı. güneş yüzünü tenimize sürmezdi ve D vitamini eksikliği depreştirirdi hüzün çeperimizi. bu yüzden yağmurlu ve kapkara bir göğe hapsolmuş, uğultulu tepelerin zirvesinde gözlerim dalınca bir saniye “nereden geldim buraya.” diyorum.  işte, ben bu noktada sefgilim freud’u değil de yung’u kucaklıyorum. <3

iklim krizi dümyayı yakıyor.

cevapsız bırakılmış ve belki de ayrı olarak, yanlış anlaşılmış harflerin bütünü var. harfler tek başına şirin. bir araya gelince çarpı iki şirin veyahut nalet olabilir. böyle ama. hep diye genelleme yapmıyorum ama en nihayetinde böyle oldu. kartlar karşılıksız kaldı. beklentisiz gelmiştim oysa. demek ki beklentisiz değilmiş. miş miş. bana dokunan uçan balonları, atmosferden önce ben patlattım.  ayrıca, çok sevdiğim, bu şehirden gittiğinde üzüldüğüm arkadaşım bugün ve öncesinde, şeklin içine hapsolunca ve bunu da itinayla her konuşmasının başına pinlediğinde ben dedim ki... böyle. bu böyle. anlayan bir elin bir kalbini geçmez. direniş bazen zorlaşıyor.  ama ama... pek sevgili çember(im)in dışındaki okuyucu. hayat şirin, hayat güzel. romantik güzellemeleri fetiş haline getirilmiş ar damarı çatlamış melankolizmi bi yana bırakalım. kafam götürmüyor bunları. alçısı dökülmüş duvara fon kartonlarıyla hayali kahramanlar iliştirelim. bi de iyilik yapmaktan korkmayalım. ben kapıyı kapat...

ekiz.

onlu yaşlarının mizacı kırgın, hevesli başları. bodrum çiçekleri, babanın anahtar sesleri, annenin düşüşleri ve onluk dilimin öncesinde bile tanrının dizinde bir yumak olarak kalıp kedileşmek ömrü boyunca isteği. o senelere dair bir de cümleler var. cümlelerin içinde, onlar olarak yaşamak isteği gününe düştüğünde geziniyor şimdinin malum iletişiminde. ne garip, ilkokulda bao’ nun gezi yazılarını okumayı seven ve gastelerin ekonomi sayfalarını okuyan, şimdi her şeyden adeta umursamaz bir nefret haliyle uzak. nefret değil de başka şey. kırgın. neyse, cümlelerden bahsediyordu. o cümleler olmak istedi bir an. bu istek, içsel devinim... olur onda. eskiden daha çok olurdu. baktı. fotoğraf makinesine, botlarına, yazılarına, kahvesine, benzer olabilme ihtimaline ve ilk yazı(sı)nı hatırladı. ilk düş yazını, sonrasını, öncesini ve neyin onu kırdığını. “ben, bir kaybın ürünüyüm ve kaybı arama hevesimi de çoktan kaybetmişim. bu. kabul edince renkleniyor sanırım. şimdi gidip çiçeklere su vereyim. t...

itiyadı bedbin.

havadan mı ne oldukça kötü hissediyor. sizinkiler de yok, gittiler. belki de ondan. bilemiyor. akşam ajansı(dedesi ajans derdi haber bültenlerine) da iyice kötüleştirdi. iyi hissettiği zamanlarda, çoğunlukla, yazmıyor. bunu fark etti. bir kitap karakteri olarak yaşamak isterdi. gerçi bunun aksini kim kanıtlayabilir. sonuçta herkes kendi kitabını yazıyor. bi oyun gibi yaşamak, bi oyunlaştırmaya muhtaç olmak. başka türlü çekilir mi. 20 miligramlık toz dolu kapsüllere gerek yok. beyni eğitebilmesi gerek.  birileri birasını içerken mekan önünde, diyor ki yalnızlığın ne demek olduğunu belki de bilmeden “tanrı kimseye vermesin böyle bir yalnızlığı.” ıssızlığına fırlatıldı. kitap olarak rafta tozlanmaya razı bir karakter.  dünyanın(genel) çimlerinde özgürce yuvarlanmadan yaşamayacaksa afedersin böyle hayatın ıstırabını. 

hayatın koordinatları.

sol bacak bileğinin bir karış yukarısında morluk var ve ufak bir şişlik. anatomik koordinatlarında bir sürü hata varken bu yükselti eline çarpıyor. çarpık elleşme.  çocuklar bazı. bazı çocuklar burada yaşamanın iyi bir şey olduğuna neredeyse inandırıyor. elma yanaklı bağzı çocikler. yarappine inancım var oluyor sonra yok. gözlerim yaşarıyor. bazı ayinler oluyor, sayılar sayıyor. bir şeylere dokunup avucunda kendini koruyor. tarihsel bir praksis yaşanıyor. zihninin doğusu batısı cebelleşiyor. kendi devrimidir bu. belki de bizim kimliksizliğimizin bireyselleşme çabasının ölümüdür bu. biz kimiz ya? çok afedersin küfredicem burada. biriyle tanıştı, diyor ki biz marjinaliz, biz aileyiz, bizi biz anlarız. yoo. zaten sıkmadı mı bu klişeler. bi susarsan. hiçbir kalıba dökülemedi, dökülmedi, ait olmadı. hangi nehirler nereye döküldü? olsa keşke. ciangirde erik ağacı var bildin mi. girişin tam sağındaki masada çamurlaştı.