aşırı saçma.
bir varmış bir yokmuş.
ama evrende hiçbir şey vardan yok olmazmış.
uçsuz bucaksız kırların birinde küçük bir çiçeğin yeşili filizlenmiş. bu çiçek, kim bilir kaç bin yüz yılın baloncuğuymuş da konuverdiği herhangi bir toprağın içine karışıp filizlenmiş sorumsuzca.
bu çiçek pek hassasmış. görünüşü güçlüymüş aslında, büyürken ona herkes güçlü diye seslenirmiş. ama içi pek güçsüzmüş. en cılız rüzgarda yüreği titrer, geceler boyu ağrı çekermiş. yağmurlu günlerde sebepsizce gözyaşı dökermiş toprağına.
çok sevdiği çiçekler filizlenip büyümüş etrafında. hepsine de boylarından büyük anlamlar yüklermiş ve içinde büyüttüğü anlamlarına ağlarmış, güçlü çiçek. ağlamak da kötü bi şey değilmiş ki zaten. kimileri başka topraklara göç etmiş, kimisi de çürüyüp gitmiş bu çiçeklerin ama anlamları güçlü çiçeğin yüreğinde hep kalmış. seneler sonra bile, içinin kayıp köşelerinde hep anlamlar anımsamış. anlamları anımsamak da yormuş onu çünkü yapraklarındaki görünmez yükleri hissetmek zor gelmiş. belki bir çiçek olarak dünyaya doğmasaymış her şey çok daha kolay olabilirmiş. var oluşundaki çiçeksi ağ, ona uygun mu değilmiş yoksa içinde sakladığı hisler, bir çiçek için çok mu ağırmış. bilememiş hiç. bilmemek de geceler boyu toprağa göz yaşı dökmesine sebep olmuş. ağlamak kötü bi şey değilmiş ki zaten.
güçlü çiçek çimenlere, otlara, mantarlara, taşlara pek dokunmadan büyümüş. gençlik çağının başında yaşlı bir arı gelip konmuş yaprağına. ilk defa bir arıyla karşılaşmış çiçek ve bir rüya görmüş o gece. ışıklarla süslenmiş rıhtımda, vapurlarda gezmiş çiçek. gökyüzündeki bulutlarda uyumuş. hiç bilmezmiş ki bunlar ne demek. bütün saf tozlarını, taç yapraklarıyla süsleyip sunmuş arıya. çünkü sevmiş, sevilmeyi de bilmezmiş pek. toprağa dua akıtmış bu defa, sevsinler güçlü çiçeği diye. sevmişler güçlü'yü, sevmeyi bildikleri kadar.
yaşlı arı, güçlü'nün saf tozlarını alıp kraliçe arıya götürmüş. güçlü, bunu anladığında önce çok üzülmüş. çünkü yaşlı arıya sunduğu şeylerin özel ve sadece yaşlı arı için olduğunu düşünüyormuş. yaşlı arı, bu üzgün hali pek umursamamış. arı, arı olmak için; çiçek, çiçek olmak için varmış ki bu dünyada. güçlü çiçek, çiçeğe ağır gelen şeyler hissediyorsa bu ne arının suçuymuş ne de çiçeğin. güçlü, çok güzel şeylerin ardından adını koyamadığı ama kötü olduğunu bildiği şeyler hissetmeye başlamış ama çok sevdiği arıdan da vazgeçmemiş. zaman geçmiş, gençliğinin ilk yılları da toprağa dökülmüş. yaşlı arı bi gün ölmüş. ölüm haberini güçlü çiçeğin içi vermiş önce, sonra uzaktan duyulmuş. o gece hiç uyumamış güçlü, göz yaşlarını toprağa dökmüş dualarla. arı'nın ölümüne üzülmüş. arı'ya üzülmüş. istemiş ki yaşasın. kendi ömründen eksiltebilirmiş yaşasın diye ama arı buna hiç inanmamış. arı da zaten çiçek'i hiç anlamamış. arı, arı olmaktan; çiçek de çiçek olamamaktan sorumlu tutulabilir miymiş.
seneler geçmiş. çiçek yaşlanmış. çok yağmurlar yağmış. bir küçük çocuk, okuldan eve dönerken şemsiyesiz kalmış ve ıslanmış. çok üşümüş. bi zamanlar çiçek'in üşüdüğü gibi üşümüş. sanki kimsesizmiş. çiçek gibi. öyle hissetmiş çiçek. ama dile gelememiş, gelmemiş. sadece izlemiş. çocuk da yoluna devam etmiş, ama giderken çocuğun avucundan beyaz yapraklar dökülmüş. parça parça. ezilip bozulmuş beyaz yapraklar. çiçek onu görmemiş bir daha. seneler önce hissettiği ağır anlamları anımsamış kalbiyle beyni arasında bi yerlerde ama isimsiz. çünkü çiçeklerin kalbi de beyni de olmazmış. ama arılar ve çiçekler için ve bir de akşam eve yetişmeye çalışırken yağmurda ıslanan yalnız çocuklar için hep iyi dualar etmiş, ömrü tükenene kadar.
*bu saçma öykü, ilkokul defterine kurşun kalemle yazılmış. etrafına da kurşun kalemle süsler çizilmiş. ocak ayının 3 ikisinde, suavi yalı çapkını'nı söylerken bir kız çocuğu da uykuya dalmış ağlarken annesinin dizlerinde.
ama evrende hiçbir şey vardan yok olmazmış.
uçsuz bucaksız kırların birinde küçük bir çiçeğin yeşili filizlenmiş. bu çiçek, kim bilir kaç bin yüz yılın baloncuğuymuş da konuverdiği herhangi bir toprağın içine karışıp filizlenmiş sorumsuzca.
bu çiçek pek hassasmış. görünüşü güçlüymüş aslında, büyürken ona herkes güçlü diye seslenirmiş. ama içi pek güçsüzmüş. en cılız rüzgarda yüreği titrer, geceler boyu ağrı çekermiş. yağmurlu günlerde sebepsizce gözyaşı dökermiş toprağına.
çok sevdiği çiçekler filizlenip büyümüş etrafında. hepsine de boylarından büyük anlamlar yüklermiş ve içinde büyüttüğü anlamlarına ağlarmış, güçlü çiçek. ağlamak da kötü bi şey değilmiş ki zaten. kimileri başka topraklara göç etmiş, kimisi de çürüyüp gitmiş bu çiçeklerin ama anlamları güçlü çiçeğin yüreğinde hep kalmış. seneler sonra bile, içinin kayıp köşelerinde hep anlamlar anımsamış. anlamları anımsamak da yormuş onu çünkü yapraklarındaki görünmez yükleri hissetmek zor gelmiş. belki bir çiçek olarak dünyaya doğmasaymış her şey çok daha kolay olabilirmiş. var oluşundaki çiçeksi ağ, ona uygun mu değilmiş yoksa içinde sakladığı hisler, bir çiçek için çok mu ağırmış. bilememiş hiç. bilmemek de geceler boyu toprağa göz yaşı dökmesine sebep olmuş. ağlamak kötü bi şey değilmiş ki zaten.
güçlü çiçek çimenlere, otlara, mantarlara, taşlara pek dokunmadan büyümüş. gençlik çağının başında yaşlı bir arı gelip konmuş yaprağına. ilk defa bir arıyla karşılaşmış çiçek ve bir rüya görmüş o gece. ışıklarla süslenmiş rıhtımda, vapurlarda gezmiş çiçek. gökyüzündeki bulutlarda uyumuş. hiç bilmezmiş ki bunlar ne demek. bütün saf tozlarını, taç yapraklarıyla süsleyip sunmuş arıya. çünkü sevmiş, sevilmeyi de bilmezmiş pek. toprağa dua akıtmış bu defa, sevsinler güçlü çiçeği diye. sevmişler güçlü'yü, sevmeyi bildikleri kadar.
yaşlı arı, güçlü'nün saf tozlarını alıp kraliçe arıya götürmüş. güçlü, bunu anladığında önce çok üzülmüş. çünkü yaşlı arıya sunduğu şeylerin özel ve sadece yaşlı arı için olduğunu düşünüyormuş. yaşlı arı, bu üzgün hali pek umursamamış. arı, arı olmak için; çiçek, çiçek olmak için varmış ki bu dünyada. güçlü çiçek, çiçeğe ağır gelen şeyler hissediyorsa bu ne arının suçuymuş ne de çiçeğin. güçlü, çok güzel şeylerin ardından adını koyamadığı ama kötü olduğunu bildiği şeyler hissetmeye başlamış ama çok sevdiği arıdan da vazgeçmemiş. zaman geçmiş, gençliğinin ilk yılları da toprağa dökülmüş. yaşlı arı bi gün ölmüş. ölüm haberini güçlü çiçeğin içi vermiş önce, sonra uzaktan duyulmuş. o gece hiç uyumamış güçlü, göz yaşlarını toprağa dökmüş dualarla. arı'nın ölümüne üzülmüş. arı'ya üzülmüş. istemiş ki yaşasın. kendi ömründen eksiltebilirmiş yaşasın diye ama arı buna hiç inanmamış. arı da zaten çiçek'i hiç anlamamış. arı, arı olmaktan; çiçek de çiçek olamamaktan sorumlu tutulabilir miymiş.
seneler geçmiş. çiçek yaşlanmış. çok yağmurlar yağmış. bir küçük çocuk, okuldan eve dönerken şemsiyesiz kalmış ve ıslanmış. çok üşümüş. bi zamanlar çiçek'in üşüdüğü gibi üşümüş. sanki kimsesizmiş. çiçek gibi. öyle hissetmiş çiçek. ama dile gelememiş, gelmemiş. sadece izlemiş. çocuk da yoluna devam etmiş, ama giderken çocuğun avucundan beyaz yapraklar dökülmüş. parça parça. ezilip bozulmuş beyaz yapraklar. çiçek onu görmemiş bir daha. seneler önce hissettiği ağır anlamları anımsamış kalbiyle beyni arasında bi yerlerde ama isimsiz. çünkü çiçeklerin kalbi de beyni de olmazmış. ama arılar ve çiçekler için ve bir de akşam eve yetişmeye çalışırken yağmurda ıslanan yalnız çocuklar için hep iyi dualar etmiş, ömrü tükenene kadar.
*bu saçma öykü, ilkokul defterine kurşun kalemle yazılmış. etrafına da kurşun kalemle süsler çizilmiş. ocak ayının 3 ikisinde, suavi yalı çapkını'nı söylerken bir kız çocuğu da uykuya dalmış ağlarken annesinin dizlerinde.
" ama evrende hiçbir şey vardan yok olmazmış."
YanıtlaSilve
"arı, arı olmaktan; çiçek de çiçek olamamaktan sorumlu tutulabilir miymiş"
ilkokul defterine kurşun kalemle yazılmış, etrafına da kurşun kalemle süsler çizilmiş en felsefi derinlikli öykü olabilir. olabilir miymiş?
babam, at yarışlarını severdi. balkanların ve türkiye'nin en jokey kulüplerinde, şapkam uzun saçlarımı örtüp beni bir oğlan çocuğu yaparken, babamın kupon dolduruşunu izlerdim. bazen bana sorardı totem yapıp ama yine de bazı cevaplarımı beğenmezdi ve "o at olmaz başka söyle." derdi. koşuları izlemeye de götürürdü arada, annem kızardı. atların yerlerine geçmesi zaman alırdı, beklemekten sıkılırdım. spiker de sıkılırdı, sesinden anlardım. "...ve start verildi yarış başladı." kısmında atlara üzülürdüm. niye yarıştırılırdı ki onlar, bari iyi bakılıyorlar mıydı. sağ kulvardan hep komik isimli atlar koşardı ve varış çizgisine yaklaştıkça babam at olurdu. ayağa kalkıp heyecanla bi şeyler bağırırdı bissürü beygir adamın arasında benim babam da onlara benzerdi. sinirli miydi seviniyor muydu anlamazdım. neyse ki şapkamı hiç çıkarmazdım.
Silmidillilere binip saçlarını okşamak olmasaydı, cebimde dağılmış şekerleri avcumu gıdıklayarak almaları olmasaydı... eh tabii bi de deri montunun iç cebinde ganyan gastesine sarılı konyak taşıyan babam... ben nereden bilecektim o ünlü jokeyleri ve efsane atları. özet: bu da böyle bi anımdır boldie.
kurşun kalemlerin faber'i iyiydi. mesela blogumun sağ tarafında da monami pastel boyalarımdan çıkan sticker göz kırpıyor. ve çilek kokulu silgi. kokusu iyiymiş de silememiş hatalarımı.
üf ne biçim de uzun yazı oldu.
"Ağlamak kötü bir şey değilmiş ki zaten."
YanıtlaSilÇok haklı bir söz, ağlamak kötü bir şey değil. Rahatlatıyor insanı. Tüm sıkıntılar o küçük damla parçasıyla beraber vücudu terk ediyor. Ellerine sağlık çok güzel bir yazı olmuş :)
Bu arada seni mimledim! :)
ağlamak güzeldir, gibicibicis marka krem gibi her derde devadır.
Silteşekkürler, yazacağım hemen:)
Sevimli, masum bir yazı. Geçmişi hatırlatıyor okuyana. Üzerinde arı resmi olan kokulu silgilere, kantin değil de kooperatif günlerine. Ve biz büyüdük...
YanıtlaSilgeçmişten kurtulmaya çalışan biri yazmış ama geçmişle şekilleniyoruz tabii.
Silo silgiler çok güzeldi. arıyı hatırlamıyorum ama üzerinde üzüm ve portakal resimleri olan silgileri hatırlıyorum.
kooperatif olayını da hiç yaşamadım:)
ama kantinden leblebi tozu aldım. garip ve dandik ne varsa almışımdır sanırım. şakalı cikletler, kartpostlar, meybuzlar, elimi boyayan o sert ama leziz simitler, o zamanlar gözlerimi fazla yakan sulugözler... bissürü şey işte...
yaa bunu yani ilkokul defterine yazdın he. büyümüş de küçülmüşlerdenmişsin yani :) okurken hep, çiçeği küçük bir kız olarak hayal etmiştim. duygulu ve hüzünlü bir öykü bu. sonu da iyi bitti gibi :)
YanıtlaSil