anlık.
elma dilimlerinden birkaç parça yedikten sonra, ekrandaki karakterlere müthiş bir baş ağrısıyla bakmaya başladım. şakaklarımdaki damarlardan kan değil de, -periyodik tabloda adını koymadığım/bilmediğim ve hatta doğadaki varlığından bile pratikte habersiz olduğum- en ağır sıvı metaller akıyordu.
cıva çok tehlikeli ama izlemesi büyülü bir şeydir. küçükken izlediğimi hatırlıyorum. kimyayla uğraşan annemin, yakın sayılabilecek bir mesafede gösterdiği, birbirine karışabilen hareketli metalik boncuklar. avucuma düşseler... ihtimallere bırakılmış bir çocuktum.
fringe'in son sezonundayım ve açıkçası eski heyecanımı kaybettim. belki de her gün beş bölüm seyretmediğim içindir artık. ya da çok güzeldir de bitmesini istemediğim için rölantiye almışımdır izlemeyi.
bir şeylerin retrosu oluyormuş evrende. dolunay retrosu değil, sanırım merkür retrosu. anlamıyorum ki astrolojiden. baş ağrımı ve nükseden isteksiz halimi bu retrolara yordum. çünkü böylesi zihnimdeki meraklı bölgeyi uyandırıyor evrene karşı. hangi bölgeydi ki o? cortex, amigdala, padme amidala...
yakın bir zamanda podcastlerle tanıdığım s. teber'in bir kitabını okuyorum şu günlerde. "hayranlık beslediğim kişiler azdır ve s. teber bu kişiler arasındadır." ikibinondokuz yılının kasım onikisinde kabul edilen bilmemkaçyüzbin sayılı kanun. fakat bu dünyadan gitmiş olması, tüm hayran olduğum yazarların bu dünyadan gitmiş olması. üzücü değil aslında, her şeyi daha anlamlı yapıyor bakış açımdan.
bir çatıkatının mor ve pembe çiçekli asmasına bir marteniçka bağlıyorum. biliyorum baba marta zamanı değil. kitaplığın demirine zamansız bağladığım bu ip, çatıkatı balkonunun duvarından gökyüzüne bakan asmaya daha çok yakışacaktır. iplerle dokunmuş herhangi bir dileğim yok. duvara gelişigüzel iliştirilmiş küçük sarı ışık tanelerim var, bazen cızırdayan bazen kendiliğinden sönen. hobbit köylerini hatırlatıyor bana. huzur veren bir hatırlama. bu ışıkları, kitap okurken seviyorum ve hayat sohbetleri yaptığımda. bir de günün yorgunluğunu iyileştiren karşılıklı bakışan ve birbirini görebilen iki blush kadehi zamanlarında. yaz akşamları da güzel oluyor burada.
cıva çok tehlikeli ama izlemesi büyülü bir şeydir. küçükken izlediğimi hatırlıyorum. kimyayla uğraşan annemin, yakın sayılabilecek bir mesafede gösterdiği, birbirine karışabilen hareketli metalik boncuklar. avucuma düşseler... ihtimallere bırakılmış bir çocuktum.
fringe'in son sezonundayım ve açıkçası eski heyecanımı kaybettim. belki de her gün beş bölüm seyretmediğim içindir artık. ya da çok güzeldir de bitmesini istemediğim için rölantiye almışımdır izlemeyi.
bir şeylerin retrosu oluyormuş evrende. dolunay retrosu değil, sanırım merkür retrosu. anlamıyorum ki astrolojiden. baş ağrımı ve nükseden isteksiz halimi bu retrolara yordum. çünkü böylesi zihnimdeki meraklı bölgeyi uyandırıyor evrene karşı. hangi bölgeydi ki o? cortex, amigdala, padme amidala...
yakın bir zamanda podcastlerle tanıdığım s. teber'in bir kitabını okuyorum şu günlerde. "hayranlık beslediğim kişiler azdır ve s. teber bu kişiler arasındadır." ikibinondokuz yılının kasım onikisinde kabul edilen bilmemkaçyüzbin sayılı kanun. fakat bu dünyadan gitmiş olması, tüm hayran olduğum yazarların bu dünyadan gitmiş olması. üzücü değil aslında, her şeyi daha anlamlı yapıyor bakış açımdan.
bir çatıkatının mor ve pembe çiçekli asmasına bir marteniçka bağlıyorum. biliyorum baba marta zamanı değil. kitaplığın demirine zamansız bağladığım bu ip, çatıkatı balkonunun duvarından gökyüzüne bakan asmaya daha çok yakışacaktır. iplerle dokunmuş herhangi bir dileğim yok. duvara gelişigüzel iliştirilmiş küçük sarı ışık tanelerim var, bazen cızırdayan bazen kendiliğinden sönen. hobbit köylerini hatırlatıyor bana. huzur veren bir hatırlama. bu ışıkları, kitap okurken seviyorum ve hayat sohbetleri yaptığımda. bir de günün yorgunluğunu iyileştiren karşılıklı bakışan ve birbirini görebilen iki blush kadehi zamanlarında. yaz akşamları da güzel oluyor burada.
Güzel bir yazı. S.Teber'i, marteniçka'yı, podcast'i sayende öğrendim. Bir yazıda üç şey öğrenmek oldukça karlı bir iş benim açımdan. Teşekkürler:)
YanıtlaSilserol teber, geç keşfettiğim biri ama ben de kendimi karlı sayıyorum.:)
Silmarteniçka çok kolay bi şey, bahar geldiğinde siz de yapabilirsiniz. podcastler de yolculuklarda ve bazen uykusuz gecelerde çok iyi oluyor:)
Yine çok güzel bir yazı :) Benim şakaklarımda kan yerine başka şeyler dolaştığını düşündüğüm zamanlar genelde matematik problemleri çözerken olur. Marteniçka'yı sayende öğrendim. Ellerine ve kalemine sağlık yazılarını okurken nedensizce kalbime bir sıcaklık dalgası yayılıyor :) Yazmaya devammm!
YanıtlaSilya ne güzel bi yorum bu...:)
Sililkokuldayken matematikle, matem kelimesini bağdaştırmıştım. kelimenin kökü mutlaka matem olmalıydı! sonra da pek anlaşabildiğimi söyleyemem bu güzide dal ile. :)
periyodik tablo, fringe, retro, cortex, vortex :) podcast, serol teber, blush :) ne güzel ifade ediyon sen ya düşüncelerini, bir de huzurlu yazıyon. marteniçka dilek ipi mi yani. nece bu. sevdim :)
YanıtlaSilteşekkür ederim.:)
Silmarteniçka, aslında baharın gelişiyle yapılan bi ritüel. Marta Nine gülerse güneş aydınlatır günümüzü; kızarsa çok soğuk olur, karla dolar her yer, umutsuzluk olur. marta nine'yi kızdırmamak için kırmızı beyaz iplerden bileklikler, broşlar hazırlarız, sevdiklerimize hediye ederiz ve leylek görene kadar da çıkarmayız taktığımız bileklikleri. bu, şans ve sağlık getirir takanlara.dilekleri varsa kabul olur. yani, öyle bir inanç... :)
bulgaristan'a özgü bir gelenek ama diğer balkan ülkeleri de benimsemiş.
marteniçka da bulgarca.
yaşamı renklendiren bi şey.:)
güzelmişş :)
SilBu arada Mimledim Senii! :)
YanıtlaSilyehu! :)
SilÇok güzel bir yazı repertuarıma çok güzel bilgiler kattınız. Çok teşekkür ederim.
YanıtlaSil