peter, folivia'yı unutmuyor.*

akşam güneşinin tadını alabilmek için balkonun baş köşesindeki sandalyeye geçtim, şekersiz türk kahvemi bitter çikolatamı alıp. komşuların görüş alanı içine girmek beni rahatsız etse de, akşam güneşinin hatrına sosyal fobilerimi düşünmemeye çalıştım. içime dönük biriyim ben. tanımadığım, samimi hissetmediğim ortamlarda fazla tedirgin olduğumu fark ediyorum. bu yüzden mi insanların içinde pek de rahat hissedemiyorum kendimi ? fazla mı mükemmeliyetçiyim ? doğal davranmaya ve rahat olmaya çalışmak beni rahatsız ederken nasıl doğal davranabilirim ? nasıl anı yaşayabilirim ki, kendimle cebelleşirken... fazla yorucu. ama üstesinden gelebiliyorum. sebebini bilseydim eğer, daha kolay olabilirdi belki.
güneş, görüş alanımdan çıktı ve üşümeye başladı az önce ısınan yanağım. kitap okurken aklımdan bir sürü şey geçmişti yazmak üzerine. yazmaya başladığımda ise karmakarışık düşünceler çöplüğünde cümle olabilecek kaçak kelimeleri arıyorum.

son günlerde çalkantılı duygu durumlarımdan olumlu şeyler çıkarmaya çalışıyorum. alışkınım gitgellerime. madem bunlar oluyor, en azından elimde kendime dair yardımcı olabilecek şeyler kalsın diye sorular sorup tanımaya çalışıyorum içimi.
 fark ediyorum ki, ne zaman hayatla ilgili ciddi bir görevim olsa, bana ağır gelen bir sorumluluğa rast gelsem kaçmak ihtiyacı duyuyorum fazlasıyla. düzenli giden ve iyi hissettiren bir diyeti bozduğumda hissettiğim gibi... mükemmel olmak zorunda hissettiğim için mi kaçmak seçeneği, bir kurtarma operasyonu gibi beni "mükemmel olamama" ihtimalinden kurtarıyor ? stres ve bu dünyadan kaçıp kendi kabuğuma saklanma ihtiyacı... hangileri birbirini tetikliyor, bilmiyorum. sık sık "mükemmel olmak zorunda olmadığımı" hatırlatıyorum kendime bu zamanlarımda. çok yaşadığım için bu döngüleri, daha bilinçliyim artık. davranışlarımı, arkasında yatan sebepleri tanımaya ve mantıklı hareket etmeye çalışıyorum. beni sıkan şeyleri boşverip, ses yalıtımı yapılmış korunaklı duvarlarımın arkasına saklanma hayali ve isteği duysam da, bu saklanmaların sonrasında yaşadığım kötü dönemleri yaşamayı göze alamıyorum artık... fazla hasar almadan, denge kurmaya çalışıyorum. eskisi kadar da acımasız değilim kendime karşı.

bazı konularda çok korkuyorum. okul, gelecek, hayat ve sosyal çevre yönetimi, hak arama ve söz geçirebilme meseleleri... vs. bu kaygılarımın sebebi ne, üstesinden nasıl gelirim çözebilmiş değilim. mantıklı davranmaya çalışıyorum ve  akışına bırakıyorum. bazen de izlemekle yetiniyorum...
hala geceleri uykum bölünüyor bir rüyanın etkisiyle ya da acılı düşünme seansları peşimi bırakmıyor. öfke duyuyorum. kırılmış, çaresiz, salak ve sevgiden uzak hissediyorum kendimi. sevebilme kapasitesi hatalı kodlanmış birilerine denk gelmem mi böyle hissettiriyor ?
hatalarımı görüyorum. hatalarımızı görüyorum. insan olamamayı görüyorum. kendimi nasıl küçük düşürdüğümü görüyorum. oysa sevginin her şeyi yüceltebileceğine inanmıştım ve bu yüzden gizlememiştim düşüncelerimi ve hislerimi. uyumakta ısrarcı olup yastığa başımı gömdüğüm kuvvetle doğru orantılı olarak artıyor beynimdeki rahatsız edici düşüncelerin hareketi. her adımını duyabildiğim böceklerle metafor halini alabilir bu düşünceler. böceklerin taarruzu yetmiyormuş gibi bir de kalp ağrısı iyiden iyiye hissettiriyor kendini. "başka türlü olabilirdi... neden olmadı..." gibi keşkeye yakın varsayımsal iç sesler canımı yakıyor. özlem dediğim acılı ve şu durumda saçma şey, beynimde gezinen böceklerin ayak izinde bıraktığı zehirle reaksiyona giriyor ve gece, iyice çekilmez bir hal alıyor. oysa ben geceyi severdim... ne yapayım... dua ediyorum ben de. allah'tan izin isteyerek, sırf içimdeki çaresiz öfke sussun diye insaflı olmaya çalışan beddualar savuruyorum duvarlara gözlerimle. sonrası beddualar susuyor. mutluluk dilekleri başlıyor. bazı insanların, insanlık hallerine acıyarak bakıyorum bir an. bu dilekler de sustuğunda allah'a emanet ediliyor anılar.
eskisi gibi kalbimden "ah" sesi gelmiyor. hissizleştiğime seviniyorum.

dramatize etmemeye gayret gösterip yönetmeye çalıştığım hayatıma daha net bir kadrajdan bakabildiğimi fark ediyorum.
çok güzel sevebilmek adına gururlandığım bir iç dünyam var. bu dünyadakiler için fazla sessiz. olumsuz düşünceleri, aşağıya çeken ne varsa beni... kendimden uzaklaştırmak adına biraz daha çalışmam gerekiyor.
çiçekler, çikolata, akşam güneşi, serin esen rüzgar ve  bunaltmayan yağmur damlaları ve tabii iyi insanlar... güzel filmler izlenmeyi bekliyor.

bu arada joker filmine gittim geçen hafta. gece sinemaya gitmek daha güzelmiş ve kahve eşliğinde film izlemek... sarsıcı toplumsal ve psikolojik darbelerin sanatsal yönden gotham city'de yansıması. ikinciye izlenir.

bu hafta staj, biraz korkutuyor beni. elimden geleni yapmaya çalışacağım. üstesinden gelirim.

*fringe hakkında spoiler içerebilir.
 üçüncü sezonda peter'ın paralel evrenden gelen fake olivia'ya bu kadar çabuk kapılıp, diğer evrende peter uğruna işkencelere direnen olivia'yı unutması sinir bozucu. peter'ın bu kadar merkezde olması sinirimi bozdu. olivia ile kendimi fazla özdeşleştirmişim. neler hissettiğini düşündükçe, hayatımdaki sorunlar yetmiyormuş gibi, daha da sinirlendim. :D


Yorumlar

  1. ah benim ilk üçüme girer fringe. bilim kurgunun yanı sıra baba oğul ilişkisi de beni içine çekmişti. laboratuvara inek girmesi :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. evet! o inek, Gen... :D geçen gün izlediğim bölümde William Bell'in zihnini Gen'e aktarmayı falan düşündüler, o sahnedeki diyaloglar çok komikti.
      Çabuk sıkılan biriyimdir fakat 4.sezona geçtim kısa sürede.
      Diziyi bitirdiğimde bi boşluk olacak sanırım hayatımda :)

      Sil
  2. stajda kolaylıklar ya, fringe iyi tabii. düşüncelerin de normal yaa düşünüyoz ama hayat da bir yandan geçiyo kendine yüklenme çok sen :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkürler Deep:)
      ya aslında çok yüklenmiyorum kendime. ne zaman yazmak gelse içimden bunlar çıkıyo napayım :)

      Sil
  3. friends var bi deee izlemediysen :) hihi yazarken demekki hüzün sefiyon seeen :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. friends'i istanbul'da okurken izledim bikaç sezon. ama devamı gelmedi, çabuk sıkılıyorum ben. :)
      galiba ya. melankoliye düşmeyi seven birisi ben.:)

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

bunları boşver, olan yine olur.

konusu sen olmayan günlük.

2405.