Kayıtlar

2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

belki.*

aşırı heyecan duyduğum, kendi yönetimimi yapmakta zorlandığım bir konu var. aslında birden çok konu var ama hepsi aynı anda çıkmıyor ortaya. durağanlık iyi gelecek gibi ama o anlarda, bunu sağlamak mümkün değil. bu yüzden belki sayılara ve ritüellere ihtiyaç duyuyorum. sanki hata yapacakmışım gibi. oysa her şey olacağına varıyor. kendimi çoğu şeyden niçin geri çekmişim, neden gizlenmeyi tercih etmişim şimdi anlıyorum. alışkın olmadığım şeylerle baş etmekte zorlanıyorum. baş etmek, kendime yakıştırmak, iç sesleri yönetmek ve bunlar olmasa bile akışına bırakabilmek benim için çok zor. çok değil ama zor. üstesinden gelir miyim. gelirim.  zeminin sertliğini hissetmek istemiyorum.  *d.k. şarkısı. ergenlikte çok dinlerdim sebepsiz dilime dolandı. 

düşündüm aslında nasıl.

yara bandı olmak istemezdim. hayatımın bağzı ve yeni yetme  bölümlerinde bunu bizzat ben istemiştim. gereksiz bi istekmiş. dişi içgüdülerim genellemeye müsait değil ama en nihayetinde böyle herhalde. yani buna bağlıyorum. hayatımın şu döneminde, şu nalet dönemimizde -ki hadi güzel yanlara odaklanalım. mesela nefes alıyoruz, nispeten sağlıkla :}}}}}}- asla yara bandı olmak istemedim. somut ve açık iletişime muhtaç bir mevzu var ortada ve kadersel boşlukta salınıyor. kime denk gelirse. kişisel sorunlara odaklanmaktan ziyade toplumun sorunlarını baz alarak hayata, evrenin denk geldiğim  frekansına sövüyorum. naif kişiliğimin sessiz çığlığı bu. kimse duymuyor. evren duyup bana kinleniyorsa ve karma karşıma bi şeyler çıkaracaksa, ben ona bi şey diyemem. asmayıp beslemek kendi tercihi sonuçta. bunu ben istemedim. arkadaşlar, biraz sert giriş yapabilirim kimse kusura bakmasın, üstüne de alınmasın. çiklotlara kaşık attığım, herkeslere -kendim de dahil- göz devirdiğim periyotların ruti...

ölesine yazmak.

bir köpek gördüm. dirsekleri yara olmuş. ağladım. gecenin bi saatinde, insanların içinde dolaşan siyah bir köpek için ağladım. zırıl zırıl değil ama zil zurna burun direği sarsıntısı. kimse duymasın. her şey çok güzel ama köpekler ve kediler ve diğerleri hep iyi olsun istiyorum. sokaklarda başıboş dolaşmasınlar mesela her birinin sıcak bir evi olsun. halbuki insanlar kontrolsüz ürerken, şu işi bile beceremezken. öle işte.  ayrıca, nepoçipi sana laflar hazırladım ve sen haksızsın. bunları da sevdiğimden yazıyorum. çok basit hatalar bunlar. bilirkişi asla değilim ama bunu ben de görebildim. farklı bir şeyler gerekiyordu. 

sayın küçük hanım.

filiz akın kabarık saçlarıyla ve kartal tibet flash tv aklaşmış saçlarıyla ekranda beliriyor. herkes mutlu olsun istiyorum.  bak bunu kalpten istiyorum. herkes iyi olsun, mutlu olsun. iyilik meleği değilim ama iyilikle dönsün bir şeyler. kimseye ispat borcum da yok.  aşırı rüzgârlı günlerden sonra birkaç saçma şey. uçmadıysak yeryüzünde zamanımız varmış daha. en iyi şekilde değerlendirelim.  buradan gideceğim bir gün. uzak değil. birikimimi yapıyorum. bebek adımlarla ama emeklemeden koşmayı öğrenemeyiz. bazı aksilikler oldu fakat döviz birikimim -her şeye rağmen- ve ruhsal anlamda iyi gidiyor gibi. kendime gelmem zaman aldı. yolumda kimseyi istemedim. onlar beni bağışlasın. ama önce ben kendimi bağışlayayım. ben de onları bağışlayayım. herkes mutlu olsun. hoççakalın.

kediköy.

sert konuş, zaman geçmiyor başka türlü.  baylan’dan paskalya çöreği aldım. bayat değil bak. şekerci ceröl’ün önünden geçince hep şaşırıyorum. white r. zamanı da geliyor.  cebimdeki çakıl taşlarını denize bırakıyorum. boyanmayacak kadar şekilsizlermiş dediler bazıları ve ben sadece özgür olsunlar diye. şekilsizlikleriyle sevmiştim ve benimsemiştim onları. günü’nün iki metrelik boyuyla ölçüyorum adımlarımı. uzak. kabullenmek çok zor ve kabul ediliyor. öyle ki... delirirsin. hiç de bi şey olmaz. kabul et. 

çiçenk.

evet. bir sürü fotoğraf çekildi, fotoğraflar karıştı. yanlış paylaşımlar yapıldı. geriye mutluluk gözyaşları kaldı. gecenin sonuna kutlamalar kaldı. taksi şoförüne “üstü kalsın.” denilen ülke lirası kaldı. sonuç itibariyle hiçbir önemi kalmadı.  geriye burada bir süreliğine hapsolmuş bir ruh kaldı. mutlu bi şey.

adeta gerçek.

biraz canım yanıyor ama geçecektir. sıkışmışlık ve neden diye sormam gereken şeyler var. cevabını bulursam daha bilinçli yönetebilirim belki ama bu, acıyı azaltmayacak gibi duruyor. yine de... yabancı olmadığım bir his. bu yüzden bağışıklığım var.   canıgüz’den bahsediyorlar. güzelliyorlar. halbuki bir sarhoşluk anında “sen dişisin ve asla benim kadar başarılı olamazsın.” dediğini unutuyorlar ya da kabul ediyorlar. düşünüyorum. keyfim kaçıyor.  sonra polanski izlerken zevk aldığımı düşünüyorum. keyfim kaçıyor. kendimin keyfini kaçırıyorum. müthiş bir ikilemin içine düşüyorum. gururum el vermiyor. heyecanlarınız, heyecanlarımız, aşklarınız, aşklarımız, yol arkadaşlığımız, umrumda değil. imkanım olsaydı dünyanın bütün kedilerini, köpeklerini, kuşlarını ve ... mutlu ederdim. sizi değil. ışıkları kapatın ve kapıları kapayın. hoşçakalın. 

hard fork.

eşit değildir soft fork.  bekliyorum. gri masanın üstündeki beyaz damarları izliyorum. saç diplerimi pişiren ısıtıcı, soldan soldan geliyor üstüme. grande’ye şunu kapatır mısın diyorum. çok konuşmadan gitsin lütfen. nitekim o hengamede fazla konuşmadan uzaklaşıyor. kahve çok güzel.  kkıran’dan nispeten uzun bir mesaj gelmiş sabahın kör saatinde. ben, neyse ki sabahın kör saatinden biraz daha geç uyanıyorum hayatın gerçekliğine dahil olmak için. neyse, bunlar buraya uygun değil. aslında hiç takılmadığım bir konuyu, sorun haline getirip ondan uzaklaştığımı sanıyor ve mutlaka izaha gerek duyuyor. yok dedim, takılmadım buna. ben insanları yargılamıyorum, hakkaten de bak, bu böyle. laf olsun diye hayretlere düşüyorum bazen. şaşırma efektleniyorum. sonra diyorum ki, bunlar olabilir. ama o inanmıyor. inandırmak zorunda değilim. pek tabii o da inanmak zorunda değil. ben diyorum, ben, izaha muhtaç olduğunu düşünüyorsan dinlerim seni. ahtapotla geliyor. üzülüyoruz ahtapotu görünce tence...

gün sonu.

sen dedim, sen nerelisin. sen kimsin ya. neticede 38.9637°n 35.2433°e içine peydahlanmış bir döngüde, milyarlar adım atıyor.  koşturmaca halinde diğer insanlara benzemeye çalışıyor. yani bu noktada, biricikliğini yüceltmek değil amacı. keşke bir gıdım benzese. şu kadarcık. bir kelebeğin kanadı kadar benzeseydi ve ömrü de bir kelebeğinki kadar sonsuz olsaydı. zor işte. bir cümle kurduktan sonra aklından ve kalbinden kaynar suların yol alması. mesela grande adam çok konuşuyor, ne diyeceğimi bilemiyorum. bu bilinmezlik de beni rahatsız ediyor. çok konuşunca yoruluyorum. gözler de kaçıyor. hayli duyarlı kişilik diye bi şey var. beyaz çikolatalı brownie yanmış biraz diyorum.  iyi bir dinleyici olduğumu sanıyorum. muhabbet içinde, silinen fotoğraflardan yakınıldı bugün. hem de bissürü like almış fotoğraflar. ilişkiler bitince silinen fotilere anlam veremiyorum. yani ilişki bitiyor ama fotoğrafların silinip silinmemesi çok önemli değil bence. kalsın napayım ya da silinip uzay boşluğu...

tartılan cümleler.

merhaba. geceleri stavroz çıkarıp coştuğumuz kutlu anların hatrına, 2022 yaz sonunu beklemiyorum. beklemek, kendi içinde coşkulu bir devinim aslında. beklemek derken, birikim yapıyorum. kendime, zihnime, bedenime, ruhuma. akışa da bırakıyorum. 2022 yaz sonunu göreceğim ne malum. bunun da farkındayım. birileri yaptığı paçanga böreğinin kızgın yağından bahsediyor ve sana da yaparım diyor. “senin hayatını değiştiririm.” böyle misyoner pozisyonlara alışkınım. bazıları çok kolay misyon yüklenebiliyor. bunu utanmadan ve sağlama yapmadan, temellendirilmemiş bir hevesle yapıyor ve bu aşırı heyecanlarına beni de dahil ediyor. ben içimden diyorum ki “sakin olalım.” çünkü düştüğünde karşılaşacağın zeminin ne kadar sert olduğunu kırılan kemiklerimden biliyorum. ha dersen ki “ben ciddiye almıyorum. sen kimsin ki bana hisli dinamiklerin fiziği dersini veriyorsun.” bu ok. bunu da anlayışla karşılarım. peki ya sen kimsin okuyucu.  uçan balonları patlatmada üzerime yok. elimin tersiyle, şangırt diy...

underground kan sıcak akacak.

bakınız bende okunma kaygısı yok. dünyevi kaygılarımı kişisel olarak beynimin kıvrımlarında başka şeylerle mesai koşuyorum.  40 yaş üstü adamlarda efemdim, 20’lerinde sefgilim olsun adamlarında, entelektüel olarak efemdim belli bir zümrede takılan adamlarda ortadoğu kadınlarına dair görüşler mevcut. ben onları ciddiye almamakla beraber, arkaik yapılanmada haklılık paylarını da ellerine veriyorum. içlerinden biri de bu öz eleştiriyi yapıyor. bu güzel. bizde böyle. yiğidi öldürmeyiz, biz kimseyi öldürmeyiz, hakkını veririz. doğru tabii. konu dağılıyordu ve ben de ne diyeceğimi unutuyordum. “m12 eksikliği.”  kış gelince biliyorsunuz eskiden avdır, avcılıktır zorlaşırdı. güneş yüzünü tenimize sürmezdi ve D vitamini eksikliği depreştirirdi hüzün çeperimizi. bu yüzden yağmurlu ve kapkara bir göğe hapsolmuş, uğultulu tepelerin zirvesinde gözlerim dalınca bir saniye “nereden geldim buraya.” diyorum.  işte, ben bu noktada sefgilim freud’u değil de yung’u kucaklıyorum. <3

iklim krizi dümyayı yakıyor.

cevapsız bırakılmış ve belki de ayrı olarak, yanlış anlaşılmış harflerin bütünü var. harfler tek başına şirin. bir araya gelince çarpı iki şirin veyahut nalet olabilir. böyle ama. hep diye genelleme yapmıyorum ama en nihayetinde böyle oldu. kartlar karşılıksız kaldı. beklentisiz gelmiştim oysa. demek ki beklentisiz değilmiş. miş miş. bana dokunan uçan balonları, atmosferden önce ben patlattım.  ayrıca, çok sevdiğim, bu şehirden gittiğinde üzüldüğüm arkadaşım bugün ve öncesinde, şeklin içine hapsolunca ve bunu da itinayla her konuşmasının başına pinlediğinde ben dedim ki... böyle. bu böyle. anlayan bir elin bir kalbini geçmez. direniş bazen zorlaşıyor.  ama ama... pek sevgili çember(im)in dışındaki okuyucu. hayat şirin, hayat güzel. romantik güzellemeleri fetiş haline getirilmiş ar damarı çatlamış melankolizmi bi yana bırakalım. kafam götürmüyor bunları. alçısı dökülmüş duvara fon kartonlarıyla hayali kahramanlar iliştirelim. bi de iyilik yapmaktan korkmayalım. ben kapıyı kapat...

ekiz.

onlu yaşlarının mizacı kırgın, hevesli başları. bodrum çiçekleri, babanın anahtar sesleri, annenin düşüşleri ve onluk dilimin öncesinde bile tanrının dizinde bir yumak olarak kalıp kedileşmek ömrü boyunca isteği. o senelere dair bir de cümleler var. cümlelerin içinde, onlar olarak yaşamak isteği gününe düştüğünde geziniyor şimdinin malum iletişiminde. ne garip, ilkokulda bao’ nun gezi yazılarını okumayı seven ve gastelerin ekonomi sayfalarını okuyan, şimdi her şeyden adeta umursamaz bir nefret haliyle uzak. nefret değil de başka şey. kırgın. neyse, cümlelerden bahsediyordu. o cümleler olmak istedi bir an. bu istek, içsel devinim... olur onda. eskiden daha çok olurdu. baktı. fotoğraf makinesine, botlarına, yazılarına, kahvesine, benzer olabilme ihtimaline ve ilk yazı(sı)nı hatırladı. ilk düş yazını, sonrasını, öncesini ve neyin onu kırdığını. “ben, bir kaybın ürünüyüm ve kaybı arama hevesimi de çoktan kaybetmişim. bu. kabul edince renkleniyor sanırım. şimdi gidip çiçeklere su vereyim. t...

itiyadı bedbin.

havadan mı ne oldukça kötü hissediyor. sizinkiler de yok, gittiler. belki de ondan. bilemiyor. akşam ajansı(dedesi ajans derdi haber bültenlerine) da iyice kötüleştirdi. iyi hissettiği zamanlarda, çoğunlukla, yazmıyor. bunu fark etti. bir kitap karakteri olarak yaşamak isterdi. gerçi bunun aksini kim kanıtlayabilir. sonuçta herkes kendi kitabını yazıyor. bi oyun gibi yaşamak, bi oyunlaştırmaya muhtaç olmak. başka türlü çekilir mi. 20 miligramlık toz dolu kapsüllere gerek yok. beyni eğitebilmesi gerek.  birileri birasını içerken mekan önünde, diyor ki yalnızlığın ne demek olduğunu belki de bilmeden “tanrı kimseye vermesin böyle bir yalnızlığı.” ıssızlığına fırlatıldı. kitap olarak rafta tozlanmaya razı bir karakter.  dünyanın(genel) çimlerinde özgürce yuvarlanmadan yaşamayacaksa afedersin böyle hayatın ıstırabını. 

hayatın koordinatları.

sol bacak bileğinin bir karış yukarısında morluk var ve ufak bir şişlik. anatomik koordinatlarında bir sürü hata varken bu yükselti eline çarpıyor. çarpık elleşme.  çocuklar bazı. bazı çocuklar burada yaşamanın iyi bir şey olduğuna neredeyse inandırıyor. elma yanaklı bağzı çocikler. yarappine inancım var oluyor sonra yok. gözlerim yaşarıyor. bazı ayinler oluyor, sayılar sayıyor. bir şeylere dokunup avucunda kendini koruyor. tarihsel bir praksis yaşanıyor. zihninin doğusu batısı cebelleşiyor. kendi devrimidir bu. belki de bizim kimliksizliğimizin bireyselleşme çabasının ölümüdür bu. biz kimiz ya? çok afedersin küfredicem burada. biriyle tanıştı, diyor ki biz marjinaliz, biz aileyiz, bizi biz anlarız. yoo. zaten sıkmadı mı bu klişeler. bi susarsan. hiçbir kalıba dökülemedi, dökülmedi, ait olmadı. hangi nehirler nereye döküldü? olsa keşke. ciangirde erik ağacı var bildin mi. girişin tam sağındaki masada çamurlaştı.   

botvinnik bronstein.

 ben buraya çok şey yazarım da... yav neyse. çifte şah bye.

cücü.

bi şeyler gördüm rüyamda. yani, her gece muhtemelen gördüğüm minyonlarca rüyadan biriydi ama etkisiyle sabaha karşı uyanıp hayattaki yerimi, başarılarımı, geçmişi ve yönetemediğim geçmiş geleceğimi sorguladığım belki birkaç rüyadan biriydi. karalanmış düşünce bulutuyla ve gövdemin ortasındaki ağırlıkla birlikte, yazdığım onca defteri, işte bu blogları ama en çok 2006’dan günümüze gelen defterleri çöpe atmalıyım dedim. hiçbi iz bırakmamalıyım arkamda. gitmek istedim yine ama bu başarısızlık olurdu. türlü bahaneler ürettim belki de bazıları gerçekti. tesadüf eseri geldiysem neyse ama bana sorulmuşsa ve ben de “aa tamam, hadiii:)))))”deyip atladıysam gerçekten püh bana. bakınız bu dünyayla ilgili bir durum değil. olumlayacak bir yan bulayım. bu kadar zor olmamalı.  edi büdü: yeni server açılışı gerekiyor. akışa bırakarak server açmağa gidiyurum. 

napim.

aklıma çeki düzen vermem gerektiği fikri bile beni irrite ediyor. neden buna gerek duyuyorum, bilmiyorum. o kadar sıkıyor ki beni bir şeyler olma, yapma zorunluluğu... yani zaten ben de istiyorum bir şeyler olsun, normalleşeyim, hayatın olağan akışına uygun birey olayım. şımarıklık gibi bir şey değil bu, belki de öyle, neden gelişine yaşama yetim yok ve bunu "yetim yok." diye algılıyorum. neye el atsam kurutuyorum sanki. sonra bunun da bakış açımla ilgili olduğunu düşünüyorum çünkü başkalarının hayatında olsa şükür sebebi olabilir kuruttuğumu sandığım şeyler. böööyle odun ateşinde değil de, çakmağın cılız ve yakıt kokan ateşinde kızartılmaya çalışılan marshmallow gibiyim. yarısı yanmış, yarısı ısınmamış bi garip tadı olan maşmelo. bak bunun kodlanmış bitakım şeylerden ötürü olduğunu da düşündüm çok. farkındalığım var yani. yürü ya kulum diyor sanki de ben bi durayım şurda diyorum. dehbli beyin, mükemmeliyetçi ertelemesi. aman ya kim uğraşçak. gerçekten böyle mi. bence değil. ...

calliou aşı olmaya gidior.

bulutlar, bu mevsimin bu akşamında ne değişikler. pamuk şekeri gibi. elimde tutup yemediğim pamuk şekeri. klişelerde boğulmak istemem ama durum bu. klişelere karşı duruşlar da umrumda değil zaten.  bugün annem aşılandı. ev üyelerinden ben kaldım aşılanmayan. hastanenin çocuk bölümünü ayırmışlar aşı için. calliou eşliğinde bızzt olduk. buna gülesim geldi. hiç de acımamış. limonatayla ödüllendirdik bu zorlu süreci atlatmayı. insanlarla konuşabildiğim, hesap için adisyona bakabildiğim ve bahşiş bırakabildiğim ve ve ve... bir cafede limonata ve iced americano içebilmek ne büyük şeymiş. eksiklikler olabilir ama bu ne büyük şey olduğunu değiştirmez. çok yalnız kaldım ben geçen bir yılda. çok fazla. belki de hep öyleydim ve bu gerçekle yüzleşmem iyi oldu. korkularımla karşılaştım. birden fazla yapılan hatalarla yoruldum. böyle zamanlarda bj sahnesi geliyor aklıma. bakalım bundan sonra ne olacak.  ondan öncesi de var tabii. iskender mesela. sürpriz. ender gelişen osasuna atakları ve k...

moenia mundi.*

günlerin getirdiği akşamüzeri bulutları ve gece kuşlarının gün ışığıyla şaşkın dansı. yaz kokan depresif sessizliğe rağmen renklenen doğa ve uçuş uçuş olmuş çiçek özü kokuları. yaşamak. yakın tarihte babası vefat eden komşumu akşam yemeğinde ağırladım. komşum, çocukluk arkadaşım. zor zamanlar birbirine daha yakınlaştırıyor belki insanları. ales sorusunda bahsedildiği gibi, insan belki de salt acıdan değil, görülsün ve anlaşılsın diye ağlıyor. anlaşılsın ki yaşamak da kayıp parçasını bulsun. her kayıptan sonra, yeryüzünde tanıdığımız ve yakın bağlarla temaslandığımız, sevmek eylemiyle tutunduğumuz canlı bireyler kaybolunca sanırım metafiziksel tartışmalar da gün yüzüne çıkıyor. tutunacak bir dal olarak hayat ağacımızda bize alternatif oluşturuyor. yoksa nasıl baş edebiliriz, -bence- içine fırlatıldığımız yeryüzünün karmaşıklığıyla. ufak oyunlar, tanrıya veyahut enerjiye inanmayı tercih etmeler, evrenler arası frekans farklarında iyiliklerin olasılığını kabul etmeler... falanlar ve fidan...

ercik legend.

bu beni hüzünlendirir. keşkelemek istemem. karşılaşmak isterim ve belki öğrenilmişlik belki içgüdülenmişlik... iyileştirmek isterim. nalet olsun böyle işe. beni kim iyileştirecek. ben edemem, eyleyemem bunu. iş başa düştü. evren başa düştü. ben evrene düştüm.  bu sırada msn iletisi belirir sağ alt köşede ve drirink.  şakışukucular sizi.  diyecekler ki, biz kıymetini bilememişiz onun. 

irtica.

yeniden yinelik.  öyle ki baş ağrım tutuyor, kendime tahammül edemiyorum. bugünleri ilerde anımsayıp sıkıştığım alanda ne kadar sıkıştığıma hayretler ederim ve yinelenmelerden uzakta şükrederim umarım. buraya çok şey yazılır ama gerek yok. kendime notlarım var ama beyin duvarım post itlerle dolu. yorgunum. normal bi gün geçirmek için çok çaba sarf edenler var aramızda ve fırlatılmış hissediyorlar bu kalabalığın ortasına. gün ışığı sevgisi ve böcekler. mızmızlanmak değil de severek yorulmak istiyorlar. 

çiçenklerden çelenk ve chopin.

okumaktan zevk aldığım birkaç blog yazarı var burada. onlar kendilerini biliyorlar ya da bilmeyenler de vardır. aslında takip ettiğim -eğer gözümden kaçmadıysa- tüm blogları okumak hoş ama birkaçı daha çok.  mamafih sessizleşen biriyim. mizacım böyle. izleyip zihnimde yorumlamak zamanlarım gelmiş. zihnim de bana ağır gelmiş.  baharla birlikte çok güzel çiçekler belirdi bu yakada. fransız kızların beyaz tenli ince boyunlarına bakınca yudumladıkları suyun süzüldüğünü görürmüşsünüz ya hani (biraz korkunç bi betimlemeymiş bu...), ben de buradaki beyaz çiçeklerin yapraklarına baktığımda gün ışığının doğaya nasıl iyi geldiğini görebiliyorum. güneş ışığı beyaz yaprakların içinden geçip yüzümü aydınlatıyor. "nasıl böyle harika açabiliyor bunlar. kupkuru dallardan nasıl peydah olabiliyorlar. " diye yolun ortasında durup hayretlere gark oluyorum. bunlar benim için güzel şeyler. netekim, bundan aylar öncesinde karar kılmışım blogumun temasını gogh'un çiçeklenen badem ağaçlarından es...

evren pulu.

sen buradan gidince, gökyüzüyle konuştum bi süre. salda'daki beyaz taşlar da şahit buna ve eylül 2019'un 30 gecesini örten yıldız takımları. sen gittikten yaklaşık iki yıl sonra bulutlara yakın bir eve taşındım. bunları yazarken görebiliyorum bi takım yıldızları ve gece bulutlarını. freddie'den sonra, tanıdığım hiçbir insanı bu sebep yüzünden kaybetmedim. seni de kaybetmedim. kırmızı bisikletinle çıktığın yol, seni sonsuz huzurla buluşturdu. beni duyduğuna inanmak istedim. cennetin basit mutluluğuna ve aşkın varlığına da inanmak istedim. neye inanırsam var çünkü. buna ihtiyaç var.  ekim'de haldun taner'in önünde buluşacaktık. sen oyununu sahneleyecektin. ben seni izleyecektim. sonra sarılacaktık. belki ağlayacaktık biraz. ben, sevmezdim ağlamayı ama olmadık zamanlarda engel de olmazdım titreyen damlalara. yaşanmışlıktan, toyluktan, hissetmeye açlıktan, yağmura olan inancımızdan, umutlarımızdan. olmadı. sen gittin, ben gelmedim.  dünyada şaşırtıcı şeyler oldu. burada...