Kayıtlar

Mart, 2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

kartpostal mimi ve postanız var.

Resim
ceren 'in aklına harika bir mim gelmiş bugün ve rengarenk bir kartpostal hazırlamış kendi elleriyle bize. çok da dolu bir blogu var, ne zaman onu okusam kendimi daha iyi hissediyorum. sizin de takip etmenizi öneririm:) bir postcrossing, penpal üyesi olarak tabii ki bayılacağım bir mim konusuydu bu. çok uzak yerlerden gelen kartlara dokunmak, anılar paylaşmak ve özellikle el yazılarını incelemek hep ilgimi çekmiştir. dünyanın birçok yerine kartpostal gönderdim. ama bu defa sizin için bir kart hazırladım.  resmi suluboyayla yaptım üşenmeden, yazıyı biraz küçük yazmışım ama umarım okuyabilirsiniz:)  isterdim ki bazılarınızın posta kutularını renklendireyim kartlarla ve onlardan da kartlar alayım ama şimdilik burada renkli bir anı olarak size totoro'yla göz kırpsın kartım. bu mim'e de katılmak isteyen herkes katılsın:)

haşırtılı ve sakıncalı düş neşriyatı.

karışık bir rüya gördüm saat dördün üçünde.  başkasının playlistinden bir şarkı, yıllar öncesine götürdü. dayımın o ahşap kitaplığında bulduğum mavi sakal kasedini, babamın bir gece yatağıma bıraktığı bordo walkmane taktığımda kulağıma gelen sesler. o, daha yaşı bir el kadar çocukken küçük şehirlerin yeşilinde. slayer tshirtlü uzun saçlı genşler satanist diye asayiş berkemalize ediliyordu. ana haber bültenlerinde devil horns yapan eller akmar'ın altın çağını başlatırken, ronnie james dio uzak diyarlardan hunharca gülüyordu. kız, dünyanın dengesi midesini bunaltana kadar, dönme dolaplığını kendi ekseninde icra ediyordu. sonunda yere yığılıyor ve dantelli dolapların altına yapıştırılmış gazeteleri tersten okuyup basım yılını bulmaya çalışıyordu. o gazetelerde hep siyah renkli büyük manşetler oluyordu. düttürü dünya. sakıncalı piyade, sen sakın onları dinleme. gıdılı gözlüklü siyaset bey çıkın kabuslarımdan. demirkıratlar atları özgür bıraksın. netekimler uçuşurken asma bah...

kalem kesiği.

sevgili okuyucu biri. hayat burada oldukça zorlaşmaya başladı. dünya hasta. haberlerde gördüm bu akşam, yer kürenin tüm kıtaları kırmızı renge bürünmüş. sadece kutuplar beyaz, orada da zaten küresel ısınma var. insan görünce üzülüyor. ne kadar güzel dünya ve ne kadar yakışmıyoruz ona. güzelim dünya, insanlardan yorulmuş gibi. ben de yorgunum. kendimi yormayı başarabiliyorum fakat bu yorgunluk bana iyi gelmiyor. kıvırcık saçlı küçük kız çocuğu sırtını insanlara dönmüş ve küsmüş kimse onu anlamıyor diye. sunduğu çiçekler koparılmış ve solmuş. şimdi düşünüyor, hatayı kırmızı elbisesinin ceplerinde arıyor. kalbi kırık ve yalnız. sevgiye olan inancı da kendine olan inancı gibi giderek azalıyor. üşüyor ama kimse aldırış etmiyor. bu gece, buraya pozitif şeyler yazamayacağım. yaşıyorum en azından. hata yaparak ve yine hata yaparak, güçlü olmaya çalışıp tökezleyerek, kendimde kendimi bulmaya çalışarak, unutmaya ve hatırlamaya çalışarak, utana sıkıla yaşıyorum işte. bazı gecelerde ağlamıyor ...

kinder sürpriz, çekil aradan.

her gece gördüğüm binlercesinden hatırlayabildiğim tek rüya, geçen geceme rastladı. ortaokuldayken bir çocuk vardı. almanya'dan getirdiği kafasından büyük kinder sürpriz yumurtayı hatırlıyorum,  nispeten uzun kahverengi saçları ve hafif eğimli ağzı. ergenliğe geçiş yaptığımız o yıllarda hepimiz kadar acımasızdı ve bana göre fazla salaktı. ama özünde iyi çocuk olduğuna inandırmıştı beni. bu kadar. hayatımda bir izi kalmadı, görmedim de yıllardır.  hatırladığım tek rüyada, adı ve hatta varlığı bile unutulmuş bu oğlana yer verilmişti. hastaydı. kanser olmuş ve gitmiş bu dünyadan. üzüldüm. yaşamından sahneler falan gördüm. sonra birlikte yemeğe çıktığımızı.... ölmeden önce, birlikteliğimiz olmuş. daha da üzüldüm. gözlerimi açtığımda ne alaka dedim tavana bakıp. "alarko kombi gerçek kombi gerçek konfor." hayır yani sana karşı bir şey de hissetmemiştim ki, gerçekten nereden geldin de benim bilinç dışı çemberimde rüyalar üretebilecek kadar yer edindin. sosyal medyada baktım ...

çocukluğunda sevdiğin çizgi filmler ve mim.

Resim
home office aylaklık yapıyorum, çünkü boş zamanlar. ama bu sayede kedime daha fazla zaman ayırabiliyorum, ertelediğim şeyleri yapabiliyorum ve takip ettiğim bloggerların yazılarını okuyabiliyorum. az önce  ilkay 'ın yazılarını okurken bir mim konusuna rastladım. çizgi filmler, animeler, mangalar hala ilgimi çeken şeyler. eskisi gibi takip etmiyorum ama, bu mim sayesinde hatırlamak iyi olacaktır. candy candy (türkiye'de yayınlanmayan bütün bölümleri onyedimde izlemiştim. pek severim) pokemon (ah pikachu.) bugs bunny                                                                                                     (cool birisi.) johnny bravo (salak ama iyi niyetli, komik birisi.) ...

karantina günlüğü.

iki gece önce yediğim bir halt yüzünden anca bugün kendime gelebildim. ama buna ihtiyacım var gibiydi. aklıma gelen bazı şeyler ne zaman aklıma gelmeyecek bilmiyorum. fiziki olarak iyiyim şimdi. ama geçmişin tekerrür ettiğini hissediyorum ve buna engel olmaya çalışıyorum. neyse. evde dur dur nereye kadar. dayanamadım ve dışarı çıktım. şu fink attığım renkli cadde ne durumda merak ediyordum. sadece restaurantlar açık, sevdiğim mekanlar ise kapalı. birkaç maskeli insan gördüm, genel olarak zaten sokakların doluluk oranı azalmış. yine de beklediğimden daha kalabalıktı etraf. markete uğradım ve yeşil bi şeyler aldım bitkisel formda. kasiyerler doktor eldivenleriyle para çeviriyor. arkadaşlarımın çoğu şehrimde değil, ailelerinin yanına gittiler. whatsapp gruplarında mezuniyetimizin durumu, tezlerimizin ne olacağı, staj işlerinin bilinmezliği konuşuluyor. umrumda pek değil, çünkü bir yolu bulunacak elbette. bir ay sonra çoğu şey hızlandırılmış bir programla önümüze gelecek ve yine koştur...

gönderilmemiş mektuplar ve çıkılmamış yolculuklar.

geçtiğimiz yıl, yazın başlarında, gece yarısı bir film izlemiştim pek sevgilim amenabar'dan. çarpıcıydı. gecenin ve mevsimin dönümü de eklenmişti belki atmosfere ve tabii içinde bulunduğum dönemin etkisiyle his çeperlerim, algılarını pek dokunaklı ve herkesin anlamak istemeyeceği şıkları seçmekten yana açmıştı. siyah ekrandan beyaz küçük yazılar akarken, gözlerim kızarmış halde, sarı ressamın filminde geçen sözdeki gibi birinin benim gördüklerimi görmesini istiyordum. saat sabahın dördüne gelirken, aklımdan birçok şey geçti. ah bir de soundtracki vardı filmin. saate aldırmadan çiçek çocuğa göndermiştim dinlesin diye. hiçbir zaman iletilmedi ne yazık ki, bu evrende. bilmiyordum henüz, kırmızı bisikletiyle bu dünyaya veda ettiğini. sonrasında bu şarkıyı çok dinledim. yıldızları izlerken, denizleri hayal ederken, aşkın içinde yanarken, tercih ettiğim yolculuklarda akıp giden yolları izlerken...geceleri dengemi alt üst eden çok sevdiğim rüzgarların uğultularında bile bazen bu şarkıyı d...

eau de colonial expansion

Resim
karantinadayım. bilgisayar oyunları, kitaplar, filmler ve kısa mesafeden elde edilen abur cuburlar ile lavanta kokulu odamdayım. duvarlardan zehirli sarmaşıklar türese de bir oyuna çevirdim bunu ki zehirlerden güller ve çeşitli güzel çiçekler açıyor. bazen renkli şişemin içine doldurduğum rahatlatıcı içeceğimle birlikte uzun yürüyüşlere çıkıyorum. yollar pek de boş değil. ama geçen gün arkadaşımla gittiğimiz cafenin boş halini gördüm ve kolonya kokuyor her yer. kolonyal bir çağda karantinaya alındık ve ellerimize dökülen geçmişi yüzümüze sürüp umutlanıyoruz. şimdi ben level kasmaya gidiyorum. ks'ciler uzak dursun. pembe gözlüğümü de taktım zaten. sağlığınıza dikkat edin. edit: size bir şarkı bırakıyorum. bugün izlediğim "primal fear" filminden çok bilindik bir parça.

dünyanın bütün meşhurları.

pembe, mavi, turkuaz ve fuşya pembe boncuklu kolye bir günün ardından gece gece karşınızdayım. üzerimden bir grip geçti ve alınan bazı kilolar ve tabii ki aklıma ara ara gelen kazaya dair bağzı hatıralar. unutulmuyor arkadaşlar, araya başka kişiler ve şehirler de girse, o çiviyi sökecek çivi henüz bulunamadı. çünkü gurur ve bazı önemli sebepler. ama ceplerimi gereksiz taşlarla değil, özenle işlediğim güzel taşlarla dolduruyorum. içsel süreçler, sorgulamalar falan... cevaplar bulunuyor, acıtıyor ama bir şekilde geçecektir sanıyorum. henüz bulduğum cevaplarla ne yapacağımı bilmiyorum. göreceğiz. görecek miyiz. corona da geçti tabii dünyanın üzerinden ve ben nasıl olduğunu anlamadım. bu süreçte bile aklıma gelen malum konu canımı acıttı ama bu konuyu kapatmam gerektiğini biliyorum, ne var ki bunu kendime nasıl anlatacağım bilmiyorum. çok teessüflerimi bırakıyorum evrene, iletsin lütfen gerekli mercilere. sana da çok yükleniyorum evrencim ama ben taşıyamıyorum bu yükü tek başıma. kimse d...

fazla kişisel yazı ve bir o kadar da karşıyaka.

Resim
internetle tanışmam on yaşıma rastlar. toplama masaüstünden windows'un o uçsuz bucaksız yeşil tepelerine kurdum evcilik oyunlarımı. bilmeden kuzey california'da büyütmüşüm çocukluğumun sibernetik organizmasını. sonra zaten akıllı telefonlar... neyse. instagram'da anı biriktirmeyi severim. bazı güzel hesaplar da var takip ettiğim. mesela balkon dekorasyonları hoşuma gidiyor, keşfedilecek mekanlar da öyle. pms dönemlerimde çikolatalı fotoğraflara bakıp deliriyor sonra kedi videolarını izleyip sakinleşiyorum. pozitif şeyleri görmeyi seviyorum. yüklediğim fotoğrafların çoğu gittiğim mekanlardan, hislendiğim anlardan. yerde gördüğüm kirli ama muhteşem renkli çiçek yaprağına, dinozora benzeyen buluta, her zamanki gibi batan güneşin o akşamki derin kızıllığına... o an bana anlamlı gelen ne varsa ona ait fotoğraflar... bunlar da zaten anılarımı oluşturuyor. anılarım da beni oluşturuyor sanırım. zihnimde kurduğum anı müzesinin tanıtım broşürü gibi bi şey insta. geçenlerde, yakl...

borges ve ben.

ince, hafif gümüş taneleri yağıyor gökyüzünden. kış değil bu. bahar. yazı çağıran zamanlarda yağar bu saydam gümüşler. varla yok arası. tenimizin tüm kusurlarını, dokunuşlarıyla örter. doğanın içindeki tek kusur, belki de insanlığımız. belki de her şey, tam da olması gerektiği gibi. tadını alamadan içtiğim kahve, sadece kremasının yumuşaklığını hissedebildiğim ekler ve birkaç ay sonra bu şehirden gidecek olan arkadaş. kahverengi mekanda. borges'in tesadüfen karşımıza çıkan şiirini konuşuyoruz. minimetrekarelik saksılardaki pembe çiçekler yapay. güneşin silik ışıklarını içinden geçirip yeni açmış ağaç dallarına ileten yağmurları izliyorum arada. "eğer yeniden başlayabilseydim yaşamaya, ikincisinde daha çok hata yapardım. kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım. neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar, çok az şeyi ciddiyetle yapardım. temizlik sorun bile olmazdı asla. daha çok riske girerdim. seyahat ederdim daha fazla. daha çok güneş doğuşu izler, ...

günlük.

yol yorgunuyum. denizlere dalıp rüzgarda saçları dağıtmak, geceleri gökyüzünü izlemek çok güzeldi ama sanıyorum ki şu an boğazımdaki acının da sebebi bu. ya da tüm suçu, dönüş yolunda kaşıkladığım dondurmanın soğukluğuna atayım. waffle sevmiyorum ben halbuki. kırmızı sprey boyayla dağa taşa bayıra yazılmalı ki, lokmacılar kapatılsın. dondurma kalsın. çare hiçbi zaman sarıgül olmadı. imamhatipler de kapatılmadı. burada politik bir duruştan ziyade absürt bir espri yapıldı. yatağımda dönüp duruyorum, nefes alamıyorum yeterince. başım da ağrıyor. gençliğe aldandım o gecelerde. neyse. hiç önemli değil. gribal şeyler kolay atlatılır. iyi de oldu. bağışıklık kazanmam gerekiyordu. fakat bağışıklığı güçlendirmek gerekirdi. çünkü çociklerim... artık dikkat etmeliyim. iki aylık süreçte gereğinden fazla katkı maddeleri tüketildi. bu olmaz, zararlı. gece uykularımın bütünlüğü yok. senenin şu vakitleri için hiç uygun değil bu durum. az uykuyla çok iş yapabiliyorum. az beslenince kendimi daha i...

dalgalar.

Resim
bir telefonla gelen çılgınlıklar. yarım saatte hazırlıklar. "hayat siz planlar yaparken başınızdan geçenlerdir." lennon duvarımdaki posterden onaltıma bakarken bugünlerime yatırım yapmamı mı söylüyordu. "i just shot john lennon" basite indirgenmiş plansız bir son sayfayken üstelik. üzgünüm con. yoko da senden sonra hayatına devam etti. hep böyle olur... saatler süren, dört saat, araba yolculuğunda indie ritmler, yeni güzel keşifler. daha şarkının başında vazgeçilenler. sonuç olarak looptakilerle yolculuğa devam. yollar boş. şehirden uzaklaştıkça gece daha da kararıyor. bu iyi bi şey. başını omzuna yaslayabildiğin insanların olması güzel. birilerini göğsümde uyutmayalı ise çok oldu. birkaç yüzyıllık gecelerde yaktığım namaste mumlarında evreni değil, kendimi ve olanları sorguladım. dizlerimin yaraları geçtiğinde belki saçlarını da okşayabilirim birilerinin ve ben de uyuyabilirim gerçek bulutların üzerinde. bilemiyorum. çok umrumda da değil. kedilere masallar ve şar...