Kayıtlar

2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

ev ışıkları.

Resim
hayatımın ikinci taşınma hadisesini atlattım. çocukluğumun geçtiği evde bir sürü eşyayı ve kitabı geride bırakarak yeni odama geçtim. yanıma sadece çok önemli şeyleri ve henüz okunmamışları aldım. eskiden çok anlam yüklerdim neredeyse her şeye ve ağır gelirdi bana bu. artık öyle değilim. iyi ki değilim çünkü böylesi daha rahat. minimalist olmak işime geliyor. çoğu konuda. ilerde -umalım ki :)- tek başına yaşayacağım eve geçtiğimde de az eşya tercih edeceğim.  gökyüzüne daha yakınım burada. yatmadan önce pencereyi açıp soğuk havanın eklemlerimi iğnelemesi hoşuma gidiyor ve bikaç balasana savasana... kendime dönmeye çalışıyorum. bu dikkat dağınıklığında, kendime giden yollarda kafama düşen ölü yapraklar aklımı alıyor. bunun da çözümünü bulurum.  bazı şeyleri birkaç aydır düşünüyorum. bilinçli bir düşünme eylemi değil. farklılık var ama farkında değilim. bende yeni skill açılmış gibi. gelişmesi için de zaman ve pratik gerekiyor. bu belirsiz şeyin adını zamanla koyacağım. belki....

limon ve tuz ve.

Resim
bazen hayat, saten kumaşlar gibi. parlak, kaygan, eğlenceli ve güzel. sakin. asaletli bir duruş var en yaramaz halinde bile.  yaşadığı hapishaneden kaçtı bu gece. gün doğumunda bal kabağına dönüşecek araba ve o bal kabağını hapishanenin en ücra köşesinde saklayacak. 

camera lucida.

birazdan hava kararır. eğer ölmezsem ani bir kader dokunuşuyla, geleceğin birinde yazdıklarımı okuyup havanın karartı ayrıntısının gereksizliğine gülerim burada. derken, sokak lambasının pembemsi cılız ışığı sağ gözümde seyirdi. belediyemiz iyi çalışıyor. gülümseyin.  hayatım bazı ayrıntılara bağlıymış gibi. bazı tesadüfler ve bazı tekerrürler. dönemsel olarak bazı tabular. yıkmaya çalıştığım tabular. ama tabular... tabii ki her tekrar da zaman içinde özerkliğini ilan edip küçük sürprizler çıkarıyor karşıma.  ne var ki şimdiye kadar, "hoş geldin tam zamanında geldin." dediğim bir sürprizim olmadı. bu da benim zamansız cezammış.  eylül ayının yoğunlaşan bulutları gökyüzünde gezmeye başladı sonunda. akşamüzeri saatlerinde serin rüzgarlar da esti burada ve ben "hava serinledi, üşüdüm ben, görüyor musunuz hava nasıl serinledi." diye şenlendim. çocuklar gibi şendik o akşamüstülerinde ve sararmış yapraklar teker teker yere düşüyordu. ilk sonbahar yaprağını günahsız olan a...

söylenmiş.*

durmadan kendimizden bahsediyoruz. kimsenin kendisinden bahsetmeye tahammülü yok. öyle sık değişiyor ki cepheler, bunun bir savaş olduğunu anlamakta güçlük çekiyoruz. herkes birbirine benzemeye çalışırken kavganın sebebi güme gidiyor. sonra birden derin uykular basıyor. kendimizi çok ciddiye almaktan yorgunuz.*

age of r.

 "r. 9149 kuyruklu yıldızı nihayet geri döndü. yarım yüzyıl geç geldi. ama tahmin ettiği kadar parlak ve muhteşemdi."

sleeping satellite.

Resim
herkes bi yerlerde, bi şeylerin peşinde değil mi. gülüyorlar, konuşuyorlar, susuyorlar, kalabalık fotoğraflardan bize bakıyorlar.  dokunacak hayatlar ararken, geçmişin acısını bizden mi çıkarıyorlar.  senin içinden geçen cümlelerin boşluklarına kağıttan uçaklar uçuruyorum.  -sol kanadınıza 290 knot hızla yaklaşıyorum. beni gözle görebiliyor olmanız lazım. mutabık mıyız?  döngü devam. uzun yollardan geldim ben ve gidecek çok uzun yollarım var. takribi kelebek uçuşu.   -mutabık değiliz. sen yol yorgunu. şapkanı çıkarıp mavi kupanın yanına koyduğunda boynuna sarılıyorum. yorgun musun. biliyorum yorgunsun ama mutlusun. beni en iyi sen anlarsın. boynunu dayanamayıp ısırdığımda wonderkid gülüşmesi. -ben futbolcu muyum. -hayır, sen benim wondergirl'ümsün.   tam burayı gördüğümde, önümdeki taşı göremeyip takılıyor ayağım ve düşüyorum. -çünkü bi parmak ne zaman bulutu gösterse, ben kaşığın aslında kaşık olmadığına odaklanıyorum. yani dünyada dikkatimi dağıtacak...

özet geç.

özlediğim bazı günler var. gündüzlerinin koşturmacasında amacıma adım adım yaklaştığım, akşamını yalnızlığımın sakinliğiyle ya da arkadaşlarımın eğlencesiyle renklendirdiğim günler.  ocak ayı sonrasında, toplumsal olayların yanında kişisel zayiatlarım da oldu. şaşırtıcı bir şekilde dünya karantinaya girerken bana da bir şeyler oldu. bu kişisel zayiatlarıma şaşırdım mı. hayır. ömrümün döngüsünde hep aynı şeyler. sadece her defasında bir şeyler daha öğreniyorum ve biraz da yorgunluk.  aynaya baktığımda gördüklerimin hızlı değişimine yetişemiyorum.  ben mezun oldum sevgili okuyucu biri. üniversite hayatımı resmi olarak tamamladım. devamı gelecek mi. belki. planlardan biri bu yönde. ama önce suyu bulmak lazım. sudan çıkmış balık gibi nefes almak için çırpınıyorum. bundan bir ay önce daha berraktı her şey. giderek bulanıklaşıyor şimdi. bunun sebebi gözlerim olmalı. bakmayı bilememek ya da biyolojik bi takım aksaklıklar. görmeyi öğrenmeyi tercih ederim. netekim nefes almaya çal...

teenager mutant ninja turtle.

bundan on yıl öncesine dönmem, playlistimde hep aynı şarkıyı loopa almam normal mi. yaklaşık üç gündür bu böyle. hayır. ben o yaşlarımda da pek dinlemiyordum ki bunu. emre aydın, emoculuktan bozma saçlarıyla mütemadiyen "git, farklı değilsin sen de." diyor. spotify listeciğim de sıkıldı benden. o zamanların anıl'ı olsa "ooo kanka sakin çok iyi gruptu, onur bozdu. onurr ne yav." derdi, fink ployd diye süfer bi grup bulmuş yeni yetme heyecanlı ergenuslar gibi. nothing else matters solosu atma, devils horn dillerine gülerim. king crimson epitaph'ında şarapla duamı ederim. damalı kemerim, eskimiş converselerim ama yine de pembe lipglossum. bu hafta flashback haftammış. peqi. o gömleğimin düğmelerini yakama kadar iliklerim.  bu gece olması gerektiği kadar sterilim. çerez tabağında seçilmiş bademlerim ve tadını önce ıykladığım içeceğimle reveransa düşüp dansa kalkıyorum. uykum geliyor. dizlerimde yara ve vücudum yara izi dolu ve bissürü şey. bu ev benim değil. had...

bulut.

bazen gidiyorlar. hiçbir zaman hazırlıklı olmayacağım gidişler bunlar.  pencereden bakıyorum. hava aydınlanalı fazla olmadı. bulutlar geçiyor. dünya durmamış. troposfer, görevine devam etmeli.  bakış açımda yüzen bulut kümesinde seni görüyorum. o beyaz, tombul, pamuk elbise seni hatırlatıyor. çocukluğumu, lupçe şekerlerini, kıvırcık kısa saçlarını, çiçeklerini, tavşanlarını, kedilerini, kapik’i, kaplumbağayı, kuşları, sevdiğin dizileri, sana gelip yaptığım kahveleri, bana ördüğün pembe şapkayı...  ben bunları yazarken gözden kayboluyor bulut. nereye gittiğini bilmiyorum. dünya durmamış. troposfer, görevine devam etmeli.  umarım minik evinde geçirdiğin ömrünün tüm yükleri bulut olup, gittiğin yerde mutluluk çiçekleri açar. geçen yaz da çiçek çocuk habersizce gitmişti kırmızı bisikletiyle.  gecenin üç buçuğunda gelen telefonlar, bana hayatın kısa olduğunu da hatırlatıyorlar. rüya gibi. 

an unquiet mind.

yazmıyorum çünkü aklımda bir sürü karışık cümle var ve bu cümleler beni yoruyor. enerjimi bu yorgunlukta kaybetmek istemiyorum. ama bakın, yine buradayım. bir şekilde ben hep buradayım ve aklımda başkalarının duymasına imkan olmayan minyonlarca cümle var.  sabahın dördünde, yaşam kuşağımın imgelerini düşlerken uykusuzluktan kızaran gözlerimle, geçen ve gelecek birkaç senenin hesabını yapıyorum. geçmiş fazla sürmüyor. çünkü geçmişe odaklı biri değilim.  artık değilim. büyüdüm, büyüyorum. getiriler ve götürüler... gerçekçi davranmak hayatımı kolaylaştırıyor. sonuç olarak buradayım. geleceğe dair planlarım var. kendimden başka birilerine, bir şeylere ihtiyaç duymak yok bu planlarda. buna programlıyım.  elektronik keşiş, neredesin. bazılarını kurtarman gereken dakikalar başladı. 

rezerve şehvet.

yoldayız.  yol, biz olsak da olmasak da varlığını sürdürüyor. zafiyetlerimde zaruriyetler gömülü.  bardaktaki buzlara tutunuyorum. zorunda olduğumu hissettiğim anda soğuyorum.  zaman geçerken saç örgülerime bakıyorum. kırılıyorlar. ben kırılmıyorum. yeniden başlıyorum. başlamak yenilik değil, yarıda kalmışlıklar da başlama hakkına sahip.  içimde bazı cümleler saklıyorum. umrumda değil. uzun vade koşumda dinlenirken sizi izliyorum. 

muhtevası saçma.

Resim
skinny pantolonlar. ocak ayının birinde ikibinyirmisel talihsizlikler, tarih attığımız sayfalardaki mürekkepleri dağıtmadan/telefonlarımızdaki saatleri bozguna uğratmadan giymiştim ve kemerimi belime. bilirsin, severim revolver.  skinny pantolonlar.  caddelerde yürüdüğümü hissetmediğim zamanlar. şimdi düşündüğümde, uçuyormuşum. havaların fazla soğuk ve ısıran kısmını eldivenimin dışında tuttuğum yanılgısını elimin kızarık soğuk yanığında fark ettiğimde gecenin ikisinde yediğim o tatlı biber soslu hamburgerin üstüne yemin edebilirdim, hayatın yaşanacak güzel günler getireceğine inancım vardı. sokaklarda double pıtlı dumanlarımı havaya bırakırken gün ışığını sakince düşlerdim. ay ışığının olmadığı gecelerde ışığı kendim yaratabilirdim.  cebimde taşıdığım, geçmişten gelen hayaleti de gölgeme eklediğimde birkaç pıt da gözlerimden düştüğünde, öfkelenerek yaşamın ihtimallerinin gücüne tutundum kendi gücüme de inanarak.  acılı öfkemle birlikte bir revolverim olsaydı kemerim...

muvazenesiz zamanlar.

ufuk çizgisinin, güneşli sabahın göğünden bi toncuk koyu renk deniziyle buluştuğunu gören o dairenin penceresinden izliyorum payıma düşen dünyayı. tül perdeleri sonuna kadar çekiyorum ki güneş duvarlara ışınımlarıyla enerjisini yükleyebilsin. erkemiz merkezkaç kuvvetinin etkisinden sıyrılıp ruhumuza ulaşabilsin. ulaşabilirse... perçemleri renkli tokayla tutturulmuş perdelerle, çocukken çizdiğim evin pencere görüntüsünü yakalamaya çalışıyorum... olduğu kadar.  çıplak ayakla yürüyebiliyorum bu evde. önce soğuk suyla yıkıyorum vücudumu. sonra bardağın üstünde suya karşıt sıcak havanın bıraktığı damlacıklar oluşuyor. ben de seni beklerken dans etmeye başlıyorum. evet, utanmadan dans ediyorum. pencerenin önüne geçip takım yıldızlarına erişmek isteyen bazı beceriksiz yoga hareketlerinde muvazenemi kaybedip avizenin modernizm akımındaki abes yerlerini ve benim de bu konudaki yerimi sorguluyorum. yer soğuk. hoşuma gidiyor. tam o sırada kettledaki su fokurdamaya başlıyor. doksan santigratla...

günlük.

Resim
yağmur yağdı bugün, sıcak geçen birkaç günün ardından. yeni bir bardak aldım, kahvelerim için ve birkaç minik renkli saksı, sukular için. kazakistanlı arkadaşımla selamlaştım şu dükkanda ve henüz söylemek istediklerimi de söyleyemedim ona. belki de söylemem hiç, belki de o benden önce söyler bir şeyler. bilemiyorum. bir takım yeni çikolatalar keşfettim. evde durmaya alıştım ve kedimi öpmeden duramaz oldum. özlüyorum hemen. belki bu süreç bittiğinde, zorlanacağım sokaktaki hayata adapte olmak için. adaptasyon süreçlerim hep sancılıdır zaten. tez teslim tarihinin,  son alınan kararla birlikte çok yakın olduğunu öğrendim. bu beklemediğim bir şeydi. nasıl olacak bilmiyorum. sevinmeliyim ki bitmeye çok yakınız. erkeklerin babalık algısına dair çok spss belgelerim var elimde. mezun olmam için, ortalamamı düşürmeyecek bir puanla mezun olmam için yeterlidir umarım bu belgeler. hatta yeterlinin de üzerinde olsa, hiç fena olmaz. çünkü yüz babaya anket uygulamak kolay değildi. çünkü liter...

anlık.

taşlar sekiyor asfaltın sıcak yüzünde. taşın sabrından öğrendi, deniz yok şimdilik. denizin derinliklerine dalınca gördüğü yosun karanlığından korkarken yıldızları topladı. o karanlık sokağın sonundaki otel odasında söylenen sabaha karşı dualarında yüzyıllık bilmeceye kadeh kaldırdı. şeker şarabı içip boğuldu. sonra yeniden doğdu. yirmi miligramda mutluluğun iki renge sıkıştırılmış hatalı formülünü buldu.  kırık kaldırım taşlarının arasından yeşiller filizlenirken, dünya döngüsüne yenileniyor. dizleri yaralanmış çocukken. izleri duruyor. mavi eteği beyaz benekli. koştururken birilerinin sesinde, dönüp duruyor kendi ekseninde.  sabırsızca büyürken, çingenelerden korkacağını sanmışlar oysa bir pembe gül açmış saçlarının dalgasında, çilekli sakızını şişirip patlatırken zamana. dikenli yollardan, ısırganların arasından gelen bir yolcu var sırtında. babaannesinin ayaklarına batan dikenlerin izi kalmış ruhunda. todor, sen de diğerleri gibi netekimlerde boğuldun. mezar...

telmaşa temaşa.

Resim
hava yağmurlu ve soğuk. aylardan belki ekim sonu. gri binaların arkasında, siyah fon kartonlarından gökyüzü yükseliyor. eskimiş siyah deri ceketim yetersiz kalıyor, üşüyorum. botlarım ayaklarıma ağır geliyor ve adımlarım birbirine karışıyor. takılıp düşmemek için çabalıyorum. yürüyorum. saçlarım karışık. aklım, günlerin sonunda çözünmüş eski bir buz parçası. zihnimin duru gölüne eğilip kendimi görüyorum yansımada. hava o kadar kasvetli ve karanlık ki, siyah beremi takıp kendimi korumaya almak istiyorum. gecenin işlek yollarında tek başıma korkuyorum. ama arada esen rüzgarda saçlarım dağılsın da istiyorum. uzun yollar aşıyorum. zamanın nasıl geçtiğini anlamadan yoruluyorum ve bir kaldırıma oturup, siyah botlarımın üzerinden asfalta düşen yağmur damlalarına ve sonra yola bakıyorum. gözlerimi kısıp, arabaların ışıklarını post empresyonist sanat eserine dönüştürüyorum. çocukluğumdan kalan imge, otostop çekiyor.  bu sırada morrisey, last night i dreamt diye devam eden şarkısına b...

mor begonvil sarmaşığı.

Resim
hatırlıyor musun o zamanları. arabanın camlarını sonuna kadar açıp nasıl da dinlemişti gecenin sesini. hızlandığında korkup bedenini geri çekmişti, rüzgarın saçlarını okşamıştı elleriyle. en azından o öyle hayal etmişti, rüzgarla gizli dostluğunu kimseye söylememişti. sabaha karşı ışıkları düşerken uykulu gözlerine, çocukluğundan gelen hanımeli kokuları dolmuştu kucağına. bir fırın bulup aldıkları sıcak ekmeği, denizin üzerinde uçuşan kuşlara el sallayarak paylaşmışlardı. mor begonvillerin içinde, beyaz yatağında heyecandan uyuyamamıştı. yaşamak isteği aceleci, oyunu kaçırmak istemeyen çocuk. zaman kaçmasın ellerinden. güneşe dönmüştü yüzünü. çiçeklerin tatlı ferah kokusu, dizlerinin üzerinde uçuşan elbisesi. kırmızı ojeleri altın kumların içinde açan çiçek. denize doğruydu heyecanlı koşuşturması. bedeni alıştığında tuzlu suyun parıltısına, yer çekiminin sorumluluğundan sıyrıldığında... özgürdü. güneşin karşısında çıplaktı. saklayacak ne vardı. ufuk çizgisinden geçen yelkenlileri...

kartpostal mimi ve postanız var.

Resim
ceren 'in aklına harika bir mim gelmiş bugün ve rengarenk bir kartpostal hazırlamış kendi elleriyle bize. çok da dolu bir blogu var, ne zaman onu okusam kendimi daha iyi hissediyorum. sizin de takip etmenizi öneririm:) bir postcrossing, penpal üyesi olarak tabii ki bayılacağım bir mim konusuydu bu. çok uzak yerlerden gelen kartlara dokunmak, anılar paylaşmak ve özellikle el yazılarını incelemek hep ilgimi çekmiştir. dünyanın birçok yerine kartpostal gönderdim. ama bu defa sizin için bir kart hazırladım.  resmi suluboyayla yaptım üşenmeden, yazıyı biraz küçük yazmışım ama umarım okuyabilirsiniz:)  isterdim ki bazılarınızın posta kutularını renklendireyim kartlarla ve onlardan da kartlar alayım ama şimdilik burada renkli bir anı olarak size totoro'yla göz kırpsın kartım. bu mim'e de katılmak isteyen herkes katılsın:)

haşırtılı ve sakıncalı düş neşriyatı.

karışık bir rüya gördüm saat dördün üçünde.  başkasının playlistinden bir şarkı, yıllar öncesine götürdü. dayımın o ahşap kitaplığında bulduğum mavi sakal kasedini, babamın bir gece yatağıma bıraktığı bordo walkmane taktığımda kulağıma gelen sesler. o, daha yaşı bir el kadar çocukken küçük şehirlerin yeşilinde. slayer tshirtlü uzun saçlı genşler satanist diye asayiş berkemalize ediliyordu. ana haber bültenlerinde devil horns yapan eller akmar'ın altın çağını başlatırken, ronnie james dio uzak diyarlardan hunharca gülüyordu. kız, dünyanın dengesi midesini bunaltana kadar, dönme dolaplığını kendi ekseninde icra ediyordu. sonunda yere yığılıyor ve dantelli dolapların altına yapıştırılmış gazeteleri tersten okuyup basım yılını bulmaya çalışıyordu. o gazetelerde hep siyah renkli büyük manşetler oluyordu. düttürü dünya. sakıncalı piyade, sen sakın onları dinleme. gıdılı gözlüklü siyaset bey çıkın kabuslarımdan. demirkıratlar atları özgür bıraksın. netekimler uçuşurken asma bah...

kalem kesiği.

sevgili okuyucu biri. hayat burada oldukça zorlaşmaya başladı. dünya hasta. haberlerde gördüm bu akşam, yer kürenin tüm kıtaları kırmızı renge bürünmüş. sadece kutuplar beyaz, orada da zaten küresel ısınma var. insan görünce üzülüyor. ne kadar güzel dünya ve ne kadar yakışmıyoruz ona. güzelim dünya, insanlardan yorulmuş gibi. ben de yorgunum. kendimi yormayı başarabiliyorum fakat bu yorgunluk bana iyi gelmiyor. kıvırcık saçlı küçük kız çocuğu sırtını insanlara dönmüş ve küsmüş kimse onu anlamıyor diye. sunduğu çiçekler koparılmış ve solmuş. şimdi düşünüyor, hatayı kırmızı elbisesinin ceplerinde arıyor. kalbi kırık ve yalnız. sevgiye olan inancı da kendine olan inancı gibi giderek azalıyor. üşüyor ama kimse aldırış etmiyor. bu gece, buraya pozitif şeyler yazamayacağım. yaşıyorum en azından. hata yaparak ve yine hata yaparak, güçlü olmaya çalışıp tökezleyerek, kendimde kendimi bulmaya çalışarak, unutmaya ve hatırlamaya çalışarak, utana sıkıla yaşıyorum işte. bazı gecelerde ağlamıyor ...

kinder sürpriz, çekil aradan.

her gece gördüğüm binlercesinden hatırlayabildiğim tek rüya, geçen geceme rastladı. ortaokuldayken bir çocuk vardı. almanya'dan getirdiği kafasından büyük kinder sürpriz yumurtayı hatırlıyorum,  nispeten uzun kahverengi saçları ve hafif eğimli ağzı. ergenliğe geçiş yaptığımız o yıllarda hepimiz kadar acımasızdı ve bana göre fazla salaktı. ama özünde iyi çocuk olduğuna inandırmıştı beni. bu kadar. hayatımda bir izi kalmadı, görmedim de yıllardır.  hatırladığım tek rüyada, adı ve hatta varlığı bile unutulmuş bu oğlana yer verilmişti. hastaydı. kanser olmuş ve gitmiş bu dünyadan. üzüldüm. yaşamından sahneler falan gördüm. sonra birlikte yemeğe çıktığımızı.... ölmeden önce, birlikteliğimiz olmuş. daha da üzüldüm. gözlerimi açtığımda ne alaka dedim tavana bakıp. "alarko kombi gerçek kombi gerçek konfor." hayır yani sana karşı bir şey de hissetmemiştim ki, gerçekten nereden geldin de benim bilinç dışı çemberimde rüyalar üretebilecek kadar yer edindin. sosyal medyada baktım ...

çocukluğunda sevdiğin çizgi filmler ve mim.

Resim
home office aylaklık yapıyorum, çünkü boş zamanlar. ama bu sayede kedime daha fazla zaman ayırabiliyorum, ertelediğim şeyleri yapabiliyorum ve takip ettiğim bloggerların yazılarını okuyabiliyorum. az önce  ilkay 'ın yazılarını okurken bir mim konusuna rastladım. çizgi filmler, animeler, mangalar hala ilgimi çeken şeyler. eskisi gibi takip etmiyorum ama, bu mim sayesinde hatırlamak iyi olacaktır. candy candy (türkiye'de yayınlanmayan bütün bölümleri onyedimde izlemiştim. pek severim) pokemon (ah pikachu.) bugs bunny                                                                                                     (cool birisi.) johnny bravo (salak ama iyi niyetli, komik birisi.) ...

karantina günlüğü.

iki gece önce yediğim bir halt yüzünden anca bugün kendime gelebildim. ama buna ihtiyacım var gibiydi. aklıma gelen bazı şeyler ne zaman aklıma gelmeyecek bilmiyorum. fiziki olarak iyiyim şimdi. ama geçmişin tekerrür ettiğini hissediyorum ve buna engel olmaya çalışıyorum. neyse. evde dur dur nereye kadar. dayanamadım ve dışarı çıktım. şu fink attığım renkli cadde ne durumda merak ediyordum. sadece restaurantlar açık, sevdiğim mekanlar ise kapalı. birkaç maskeli insan gördüm, genel olarak zaten sokakların doluluk oranı azalmış. yine de beklediğimden daha kalabalıktı etraf. markete uğradım ve yeşil bi şeyler aldım bitkisel formda. kasiyerler doktor eldivenleriyle para çeviriyor. arkadaşlarımın çoğu şehrimde değil, ailelerinin yanına gittiler. whatsapp gruplarında mezuniyetimizin durumu, tezlerimizin ne olacağı, staj işlerinin bilinmezliği konuşuluyor. umrumda pek değil, çünkü bir yolu bulunacak elbette. bir ay sonra çoğu şey hızlandırılmış bir programla önümüze gelecek ve yine koştur...

gönderilmemiş mektuplar ve çıkılmamış yolculuklar.

geçtiğimiz yıl, yazın başlarında, gece yarısı bir film izlemiştim pek sevgilim amenabar'dan. çarpıcıydı. gecenin ve mevsimin dönümü de eklenmişti belki atmosfere ve tabii içinde bulunduğum dönemin etkisiyle his çeperlerim, algılarını pek dokunaklı ve herkesin anlamak istemeyeceği şıkları seçmekten yana açmıştı. siyah ekrandan beyaz küçük yazılar akarken, gözlerim kızarmış halde, sarı ressamın filminde geçen sözdeki gibi birinin benim gördüklerimi görmesini istiyordum. saat sabahın dördüne gelirken, aklımdan birçok şey geçti. ah bir de soundtracki vardı filmin. saate aldırmadan çiçek çocuğa göndermiştim dinlesin diye. hiçbir zaman iletilmedi ne yazık ki, bu evrende. bilmiyordum henüz, kırmızı bisikletiyle bu dünyaya veda ettiğini. sonrasında bu şarkıyı çok dinledim. yıldızları izlerken, denizleri hayal ederken, aşkın içinde yanarken, tercih ettiğim yolculuklarda akıp giden yolları izlerken...geceleri dengemi alt üst eden çok sevdiğim rüzgarların uğultularında bile bazen bu şarkıyı d...

eau de colonial expansion

Resim
karantinadayım. bilgisayar oyunları, kitaplar, filmler ve kısa mesafeden elde edilen abur cuburlar ile lavanta kokulu odamdayım. duvarlardan zehirli sarmaşıklar türese de bir oyuna çevirdim bunu ki zehirlerden güller ve çeşitli güzel çiçekler açıyor. bazen renkli şişemin içine doldurduğum rahatlatıcı içeceğimle birlikte uzun yürüyüşlere çıkıyorum. yollar pek de boş değil. ama geçen gün arkadaşımla gittiğimiz cafenin boş halini gördüm ve kolonya kokuyor her yer. kolonyal bir çağda karantinaya alındık ve ellerimize dökülen geçmişi yüzümüze sürüp umutlanıyoruz. şimdi ben level kasmaya gidiyorum. ks'ciler uzak dursun. pembe gözlüğümü de taktım zaten. sağlığınıza dikkat edin. edit: size bir şarkı bırakıyorum. bugün izlediğim "primal fear" filminden çok bilindik bir parça.

dünyanın bütün meşhurları.

pembe, mavi, turkuaz ve fuşya pembe boncuklu kolye bir günün ardından gece gece karşınızdayım. üzerimden bir grip geçti ve alınan bazı kilolar ve tabii ki aklıma ara ara gelen kazaya dair bağzı hatıralar. unutulmuyor arkadaşlar, araya başka kişiler ve şehirler de girse, o çiviyi sökecek çivi henüz bulunamadı. çünkü gurur ve bazı önemli sebepler. ama ceplerimi gereksiz taşlarla değil, özenle işlediğim güzel taşlarla dolduruyorum. içsel süreçler, sorgulamalar falan... cevaplar bulunuyor, acıtıyor ama bir şekilde geçecektir sanıyorum. henüz bulduğum cevaplarla ne yapacağımı bilmiyorum. göreceğiz. görecek miyiz. corona da geçti tabii dünyanın üzerinden ve ben nasıl olduğunu anlamadım. bu süreçte bile aklıma gelen malum konu canımı acıttı ama bu konuyu kapatmam gerektiğini biliyorum, ne var ki bunu kendime nasıl anlatacağım bilmiyorum. çok teessüflerimi bırakıyorum evrene, iletsin lütfen gerekli mercilere. sana da çok yükleniyorum evrencim ama ben taşıyamıyorum bu yükü tek başıma. kimse d...

fazla kişisel yazı ve bir o kadar da karşıyaka.

Resim
internetle tanışmam on yaşıma rastlar. toplama masaüstünden windows'un o uçsuz bucaksız yeşil tepelerine kurdum evcilik oyunlarımı. bilmeden kuzey california'da büyütmüşüm çocukluğumun sibernetik organizmasını. sonra zaten akıllı telefonlar... neyse. instagram'da anı biriktirmeyi severim. bazı güzel hesaplar da var takip ettiğim. mesela balkon dekorasyonları hoşuma gidiyor, keşfedilecek mekanlar da öyle. pms dönemlerimde çikolatalı fotoğraflara bakıp deliriyor sonra kedi videolarını izleyip sakinleşiyorum. pozitif şeyleri görmeyi seviyorum. yüklediğim fotoğrafların çoğu gittiğim mekanlardan, hislendiğim anlardan. yerde gördüğüm kirli ama muhteşem renkli çiçek yaprağına, dinozora benzeyen buluta, her zamanki gibi batan güneşin o akşamki derin kızıllığına... o an bana anlamlı gelen ne varsa ona ait fotoğraflar... bunlar da zaten anılarımı oluşturuyor. anılarım da beni oluşturuyor sanırım. zihnimde kurduğum anı müzesinin tanıtım broşürü gibi bi şey insta. geçenlerde, yakl...

borges ve ben.

ince, hafif gümüş taneleri yağıyor gökyüzünden. kış değil bu. bahar. yazı çağıran zamanlarda yağar bu saydam gümüşler. varla yok arası. tenimizin tüm kusurlarını, dokunuşlarıyla örter. doğanın içindeki tek kusur, belki de insanlığımız. belki de her şey, tam da olması gerektiği gibi. tadını alamadan içtiğim kahve, sadece kremasının yumuşaklığını hissedebildiğim ekler ve birkaç ay sonra bu şehirden gidecek olan arkadaş. kahverengi mekanda. borges'in tesadüfen karşımıza çıkan şiirini konuşuyoruz. minimetrekarelik saksılardaki pembe çiçekler yapay. güneşin silik ışıklarını içinden geçirip yeni açmış ağaç dallarına ileten yağmurları izliyorum arada. "eğer yeniden başlayabilseydim yaşamaya, ikincisinde daha çok hata yapardım. kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım. neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar, çok az şeyi ciddiyetle yapardım. temizlik sorun bile olmazdı asla. daha çok riske girerdim. seyahat ederdim daha fazla. daha çok güneş doğuşu izler, ...

günlük.

yol yorgunuyum. denizlere dalıp rüzgarda saçları dağıtmak, geceleri gökyüzünü izlemek çok güzeldi ama sanıyorum ki şu an boğazımdaki acının da sebebi bu. ya da tüm suçu, dönüş yolunda kaşıkladığım dondurmanın soğukluğuna atayım. waffle sevmiyorum ben halbuki. kırmızı sprey boyayla dağa taşa bayıra yazılmalı ki, lokmacılar kapatılsın. dondurma kalsın. çare hiçbi zaman sarıgül olmadı. imamhatipler de kapatılmadı. burada politik bir duruştan ziyade absürt bir espri yapıldı. yatağımda dönüp duruyorum, nefes alamıyorum yeterince. başım da ağrıyor. gençliğe aldandım o gecelerde. neyse. hiç önemli değil. gribal şeyler kolay atlatılır. iyi de oldu. bağışıklık kazanmam gerekiyordu. fakat bağışıklığı güçlendirmek gerekirdi. çünkü çociklerim... artık dikkat etmeliyim. iki aylık süreçte gereğinden fazla katkı maddeleri tüketildi. bu olmaz, zararlı. gece uykularımın bütünlüğü yok. senenin şu vakitleri için hiç uygun değil bu durum. az uykuyla çok iş yapabiliyorum. az beslenince kendimi daha i...

dalgalar.

Resim
bir telefonla gelen çılgınlıklar. yarım saatte hazırlıklar. "hayat siz planlar yaparken başınızdan geçenlerdir." lennon duvarımdaki posterden onaltıma bakarken bugünlerime yatırım yapmamı mı söylüyordu. "i just shot john lennon" basite indirgenmiş plansız bir son sayfayken üstelik. üzgünüm con. yoko da senden sonra hayatına devam etti. hep böyle olur... saatler süren, dört saat, araba yolculuğunda indie ritmler, yeni güzel keşifler. daha şarkının başında vazgeçilenler. sonuç olarak looptakilerle yolculuğa devam. yollar boş. şehirden uzaklaştıkça gece daha da kararıyor. bu iyi bi şey. başını omzuna yaslayabildiğin insanların olması güzel. birilerini göğsümde uyutmayalı ise çok oldu. birkaç yüzyıllık gecelerde yaktığım namaste mumlarında evreni değil, kendimi ve olanları sorguladım. dizlerimin yaraları geçtiğinde belki saçlarını da okşayabilirim birilerinin ve ben de uyuyabilirim gerçek bulutların üzerinde. bilemiyorum. çok umrumda da değil. kedilere masallar ve şar...

yeni server açılışı.

Resim
yatağın altına yuvarlanıyor meister.  strike'ın şansı double pıtpıtlı. kaloriler bile freudien. çantam hazır. fazla ağırlığa hiç gerek yok. gece yolculukları hep korkutur beni. ama bu korkunun bir kokusu var. cezbedici. dominasyonlarım beynimle kalbim arasında, kendime dair sadistik cümle yapıları. son tahlilde doğanın kölesi. "elleriyle rüzgarı yakalamaya çalıştı. gece sabaha dönmeden, yüzünü yıldızlara yasladı." geceleri otogarlar soğuk. trenler fazla metalik. uçaklar klostrofobik. otostoplar pippa bacca.  yolda olmanın korkulu bir yanı var. insan kendine yola çıkıyor. sancı çekiyor anlamıyorsunuz. olmanın varlığı ağır geliyor. nerden çıktı şimdi bu. kendi kendine azlığı, fazlalığı, oyun bozanlığı, saçmalığı, akıllılığı. bunlar duş alırken mi geliyor aklına hep, akan suları izlerken. başını çıkar arabanın camından. aç müziğin sesini. "gecenin kokusu çok güzel gelsene." bi kere de korkma, yaşamaktan. dört duvar arasına sıkıştı. kendiyle bedeni arasında ...

masalımda astronomi.

yeni dönem, yeni çociklerimle tanıştım ve ben hastalanıyorum. gözlerimde lightsaberlar. gribal jedi. gözlerim yanıyor. yanaklarımın kızardığını hissediyorum aynalara gerek yok. başım tabula rasa. einsturzende neubaten. çekiç sesleri aman ne güzel. birkaç ufak ve büyük pürüz daha var ama onları görmüyorum. görürsem eğer, vazgeçerim. yön duygum zayıf bu dünyada. bu yüzden yine bi yerleri bi yerlere benzettim ve zaman kaybettim. neyse ki geç olmadan ulaştım oraya. masal gecesine gittim. pedro’yu bulduğum o güzel mekana. mumlar, bal kabakları, tatlı patatesler ve odun sobası. tam da evrendeki yerimi düşleyip çizdiğim yeni dövme düşüncelerim ellerimde dolanırken. evren beni hermes olarak seçti bu gece. boşuna siyah ceketimi giymemişim, siyah tülün üstüne. eski roma'da mercury diye anılmam da geçmişteki freddie aşkımın meyvesi olabilir mi sence. neden olmasındı, mübalağalar da yaşama dair. komik trajedinden sen sorumlusun. masalın bir noktasında büyülü lirimle gezdim dinleyicileri...

günlük.

Resim
mart'a döndü gün yüzünü. yağmurlar yağdı buraya ve bol kafeinli günlerim oldu. bazı çılgınlıklara teşebbüslerim de olmadı değil. ama iyi çılgınlıklar. "seni çılgın hadi oradan." teessüflerimi bir yana koyup teessüsler inşa etmeye çalıştım uykusuz gecelerimde ve günlerimin gündüzlerine yerleştirmeye yeltendim bu süslü düşünceleri. oldu mu bilmiyorum. zaman gösterecek. misyonlar yüklemiyorum artık kendime.-en azından bir süre.- hayat daha güzel böyle. marzipan çikolataları ısırmak istediğim bir gündü. ama durdurdum kendimi. unicornlu mısır gevrekleri yalandı. "sen haksızsın ve sana laflar hazırladım." döner kapılardan geçerken korkuyorum. tutunmaya çalışıyorum, bu defa hapsoluyorum o camların arasında. olmuyor. bugün, yaşlı biri durdurdu beni, büyük bir döner kapının önünde. hani şu vpn gibi adı olan mekanın oradaki. ve bazı silinen anılarımın olduğu... "kapıyı tutar mısınız? yavaşlasın biraz. geçemiyorum." ben de geçemiyorum ki. korkuyorum. fazla ...

americana exotica*

kendinden yıllar önce doğmuş birinin yeni sürümüydü. ona baktığında kendini görebildiği biriydi. rüyalarındaki heyecanlı hezeyan ve damarlarındaki eril akışların kontrolden çıkmış basıncıydı. duygulanım bozukluklarının sağaltımı, düşüncelerinin yüzbinyıllık mitlerden miras kompleksiydi. microsoft'95, commodore'64 ve ne varsa çocukluğuna dair, zaman üstü bir akıldışılıktı. icq'da kullandığı emojinin şimdiye paralize olmuş gerçeğiydi. birinci neslin saygın ve eğlenceli anarşist duruşuydu. qamber de souza'nın ironisinden doğan qanqanın, panpaya evrimleşme süreciydi. ıslak kaldırımlarda yatan sokak köpeği halini, gece yarısı evine alan korkusuz küçüktü. solaklığını reddeden babasının, iğne batırarak sağlaklaştırdığı çocuk halinin elindeki yaraları öpen küçük sevgiliydi. sıradan bir lokantaya rastgelen öğle yemeğinde, radyoda çalan cherry blossom girl'dü. masada duran motörhead şapkasının üzerindeki saç teliydi. manik ve depresif uçların arasında, huzurlu hissetti...

dümdüz mim.

Resim
mim'li bir yazı olacak. zencefil çayını bana öğreten edischar  düşünmüş, pırıltılarından da bana bir parça göndermiş. -3 tane film önersen hangilerini önerirsin?  bir sürü önerebilirim ama aklıma ilk gelenleri rastgele sıralayacağım.   amenabar, mar adentro (içimdeki deniz).   medem, los amantes del circulo polar (kutup çizgisi aşıkları).   yönetmeni kim bilmiyordu, deadpool serisi. -3 tane kitap önersen hangilerini önerirsin?   m.oymak, bursa'daki kaynana cinayetlerinin sırları (böyle bir kitap varmış, flash tv gerçek kesit tadında. okumanın bir zararı olmaz. okuyalım).   camus , başkaldıran insan (varoluşsal olarak yetherlenip kafa açabilir. kamü severler okusun).   e.litchfield, dokuz diyar (iskandinav mitolojileri. penceremin önünde duruyor bu kitap, daha okumadım, okuyalım). -3 tane dizi önersen hangilerini önerirsin?  izlediğim ve bitirdiğim son üç diziyi yazacağım. (fringe hariç).   fringe   messiah   a...

ama arkadaşlar iyidir.

bu akşam evde misafirim vardı. lise arkadaşım. aslında geçmişimiz ilkokula dayanıyor. ben utangaç ve sessizdim. o yüzündeki beniyle ve mor hırkasıyla fazla konuşkandı. ilkokul geçmişimiz de bundan ibaretti. lisede ise yol arkadaşıydık önce. steven tyler o büyük ağzıyla "crazy" diye serenat ederken, ıssız sokaklarda gizlenip ciğ köftemizi yerdik biz. üçüncü dünya savaşını da çıkarmıştık bir ara. komikti her şey ve çok gülerdik her şeye. mümkündü evrenimizde, yapmak istediklerimiz. iki kişiden fazlaydık o zamanlar. yollar ayrıldı sonra. ilk denediğim sigara davidoff. o zamanlar okuduğum en über kitap, tutunamayanlar. ilk defa sarhoş olduğumda korkmuştum. eklemlerimin bu kadar esneyebildiğini ve fiziksel olarak tutarsızlaşabildiğimi fark edince gülerek yer çekimine bırakmıştım kendimi. birimiz izlediği dizinin karakterlerinden bahsetmişti yattığı yerden ve sonra uyuyakalmıştı hemen. derdimiz dizi karakterlerinden hallice. doğum günlerimiz önemliydi. hazırladıkları videoyu, ar...

aşka dair abes bir malumatfuruş ve bazı şeyler.

kız bi şeyler yazmak istedi. "sana dair. aynı avcun içine düşmüş kar taneleri olup eriyelim, isterdim. birbirimize karışıp döngüsel sonuçlarda tekrar kar tanesi olduğumuzda, kendimize özgü bir şekle bürünüp türlü muhalefet dünya hallerinden geçelim. buna hazırdım, evrenin her köşesine seninle gitmeye hazırdım. diğer herhangi şeyleri seninle aşmaya, iyi günleri ve kötü günleri seninle yaşamaya. ama olmadı tabii. tabii olarak bu tabi ilişkinin hassas olanı, aptal yerine konulanı bendim. sen hiç inanmadın çünkü inanmak da pek istemedin. çünkü büyük ihtimalle sen hiç istemedin. travmalarımız ve bazı sebepler izin vermedi aynı yolda yürüyelim. buna sen de dahil. eh ben de yeni yeni atılmıştım hayata ve bilmediğim çok şey vardı. onlu yaşlardan yeni çıkmış, üstelik pek de bi şey yaşamamış, özgür olmak ve yaşamadığı ne varsa bir anda yaşamak isteyen fazla meraklı biriydim. birbirimize karışamamamız için pek çok sebep vardı, bunlara sen en başından beri inandın. ben ise bu sebeplere...

rasgele.

arkamda geçmişim, önümde fotoğraf merceği. siyah saten gömleğimin yakaları, altın zincirimi gösterecek kadar açık. ayağımda beyaz terlikler. ben fero oturuşuyla gözlüklerimin üstünden yarım gülüşler. sol kolumun üzerinde bir kalp dövmesi, içinde me. bodypositivism çünkü. love myself, önce kendim hatırlayayım diye. çek hadi durma. 30'a yuvarlanıyorken.  * bu hiç olmadı. şubat ayı baharın habercisi. bahar geleyazar hep bu aylarda, benim için. ve ne zaman bahar geleyazsa, grafiğimde 0'a yakınlaşmalar olur. 0 altı dönemlerim de gelince aklıma iyice zıvanadan çıkar çivi. kotarmaya çalışırız biz de. iç dünyamızda radikal irticai tahakkümler, tağyir ve ilgaya zorlarken dış dünyayla bağımızı, biz devrimler yaparız. çünkü buna programlı çocuklardanız.  her halimizle güzeliz.